Hayat yarım kalsa da bir yerlerde, o kahve kokusu hiçbir zaman geçmeyecek yüreğimde.”
    Satır başından; yalnızlığımın kraliçesi sana milyonlarca tümce kursam yalnızlığım bir damla yüzemeyecek çift olmanın kollarında ve yalnızlığım daim bakir tekliği saklayacak kimsesiz voltalarımın soğuk kıskacında, demir parmaklıklar arkasında…
    Ezber bozan karanlıklardan korkmuyorum, korkmuyorum düzümü yokuş eden sensizlikten ve korkmuyorum cennetimin içine kurulan cehennemden. Lakin gözlerin kalbimin sevgi hudutlarını işgal ediyor ve gözlerin kurşun olup gece yarıları delip geçiyor, sakladığım acı tatlı bütün hatıralarımı sonra kan terde uyanıyor, alemi kıskandıran gözlerine susuyorum…
Susuzluğum geçmiyor, susuzluğum sabah ezanlarında yollara düşürüyor ve yine kalbimde körüklenmiş büyük bir acı tortusu ve yalınayak kimsesiz sokaklarda buluyorum tekliğimi.
    Ardı arkası kesilmeyen bu silahsız soygunlar, neyim var, neyim yoksa kalbimden almak istiyor ama teslim olmuyorum ama korkmuyorum ve geriye bir adım atmıyorum.
    Fakat çekip vuruyor gözlerin tam kalbimin ortasından ve bir damla yaş düşüyor her seferinde kan çanağı gözlerimden.
    Uzanıyorum, tam yakaladım diyorum, bir de bakıyorum toprağın sıcak bağrında kurumuş gitmiş gözyaşım.
    Başımı kaldırıyorum sonra göğe ve yine o mağrur bakışlarını görüyorum. Beni öldüren, sindiren, merhametsiz gözlerini görüyorum.
    Korkmuyorum ama kavuşamıyorum da. Bakışların kanımı delip geçiyor, bakışların kanımda benimle birlikte geziyor, birlikte ağlıyor, birlikte gülüyor diyeceğim fakat gülmek sadece bir kas refleksi olarak hafızama yer ediyor…
    Şimal Yıldız’ım, gül kokulum, hıçkırık bakışlım ve yakut yalnızlığım, adını koyamadığım bu yalnızlığım beni öldürüyor.
    Görmeni istemekten ve dönersin bir gün diye beklemekten başka çarem yok. Korkum yalnızlığıma asla değil ve değil kudurtan, vuran gecelerdeki acılarıma sonra ikide bir karşıma dikilen sensizliğe... Şimal Yıldız’ım benim tek korkum; bir gün dönersin diye avuttuğum yüreğimin, dönmeyişinle beraber ruhuma vereceği amansız azaptandır ve bu azap öyle şiddetlidir ki, bilirim, bil isterim, kuduza düşmüş köpekten beter eder adamı…
    Yanar gecelerim, yanar bütün denizlerim… Öyle çok sarhoşum ki ışığa pervane olmuş, yolunu kaybetmiş, bu hayatın başını sonunu tüketmiş, bir günlük ömür biçilmiş bir kelebekten daha beterim.
    Bir daha sakın dokunma kimseye, kimsenin kanadına el sürme ve sakın acır gözlerle okuma bu mektubu.
    Bil ki kanayan satır aralarım yine düştü gözlerinin imkansız vuslatına ve bil ki kalbim kanıyor diye acımı başkentin göbeğine afiş yapmadım ama yazdım işte.
    En çok yaptığım şeyi, yalnızlığımı ve yalnızlığımın bir türlü dile gelmeyen o hazin anını üçüncü sayfa haberleriyle gönderdim kalbine…