Harmanda, iki yarışma sonrası elenen dört kişiyle kısmen yarışabilecek, gücü kuvveti yerinde olanlar kaldı. Köy hayatına alışmışlar, sürpriz olan büyük hediyenin ne olabileceği tahminini yapıyorlardı aralarında.
Aradan bir hafta daha geçti. Yeni yarışma başlayacak ve yine iki kişi elenecek.
Muhtar Salif, yarışmayı başlatmak için yarışmacıların huzuruna gelip;
“Uşah, susun ecik, beni dinneyin hele! Ağzınız gonuşup gotünüz gara sahız çinemesin. Bura şeher yiri gibi çalım satma, capcıh capcıh gezme tozma yiri dağal, ona gore! Hepiciğiniz de gozünüzün onüne bahacânız! Biliyonuz ki, koycek size bi gazanç gapısı açdıh. Eee siz de ecik gadir gıymet bilin...” diyerek nasihatte bulundu.
Yarışmacılar Muhtar’ın gözlerinin içine bakarken;
“Böon koyde Mırığın Abdıllanın Gadirinen, Çahıldaklı Gozelin gızı Cevriye’yi everecik. Gazanannar hemi düun sufrasına oturup iyce garnını doyuracak hemi de ikiun düunde gurtlarını dokecekler!” demesiyle alkış tufanı kopmuştu. Yarışmacılar sevinçten birbirlerine sarıldılar.
...
Anadudunan sap toplayıp yığın yığma yarışı:
Yarışmacılara anadutları verildi, iki grup da toplu olarak yarışıyorlar. Hava o kadar sıcak ki, terlerini silmekten çalışamıyorlar. Guruplardaki kadınlar sap topluyor, erkekler yığın yığıyorlar.
“Tosulayıp durmayın la, ötâler sizden one geçdi.” diyerek teşvik etti Muhtar Salif grupları.
“Bu ne la! İki yığın yığmaynan dalahlayıp galıyolar!”
“La anadudu yire saplar gibi dağal, beliyin hizasında dutacan!”
“Yav Mıhdar, nirden ahıl etdiniz? Keşkem her gun tertib itseydin bu yarışmaları, valla bizi harmandan galdırırdı bunnar!” dedi gülerek Kumük Bekir.
Anadududunun parmağı kırılan Yafdalı Haceli kızgınlıkla;
“Nirden töretdin Mıhdar bu deyyusları? İy bi gayarlamazısan, ne dırmığı ne anadudu sağlam bırahır bunnar!”
Malzemesinin kırılmasına dayanamayan Haceli, bastonuna dayanıp ayaklanarak gönüllülerden Badah Adem’e;
“Ula kitapsız, malına ecik muhaat ol! Bannânı gırdın anadudun bannânı. Üçden dohuza şart ossun ben de seni anırtmazısam!” diye bağırdı.
“Fazla gaylelenme Haceli! Az galdı, şindi düdüğü ötdürecâm!” diye onu teskin etti Muhtar.  
Gönüllüler önde gidiyordu ama bir anadudun parmağının kırılması ve tamiriyle hem zaman, hem de yarışmayı kaybetmiş, Muhtar Salif’in düdük sesiyle yarışma bitmişti.
...
Ünlüler, düğün sofrasında karınlarını doyurmuş, gözlerinin önü açılmıştı. Yemek sonrası duydukları davul sesiyle eğlenceye verdiler kendilerini.
“La bunnar davul çalıncı ne oynuyolar annıyamadım? Tek yapdıhları bizim ahırdaa mallar gibi der der depinmek!”
“Yav Mıhdar, şunnara diyek de hotlayıp durmasınlar.”
“Elleme elleme, vıcığı çıhdı tallada uşahların!”
“Anayın babayın aşını içiyim, bunnarınki Trahya dağal, bopbili daal, ne oynuyo ki bu guduruhlar.” diye ilk kez gördüğü dansı yorumluyordu köyün bekçisi Ehsan.
“Anam gurbannar oluyum! La bu tombalah aşma hangi haleyimizde var?”
“Elleşmeyin la! Onnar depişsin, biz de gulüşek!”
Devamı yarın
O sırada Şarhıcı Deli Arif, eğlenceye renk katmak için ortaya çıkıp kırıtarak şarkı söylemeye başladı.
“Ula şuna diyin de bizim zağar gibi çenileyip durmasın, gulahlarım patladı? Türkü disen türküye benzemiyo zati!”
“Pop müzik o Durah Emmi, pop! Şeherde herkeş bunu diniyo!” dedi köyün gençlerinden Şakir.
“Hopuna popuna didirtme! Getsin, gendi melmeketinde ürsün. Susdur şunu! Sona da bizim Gara Şavguyu getir de iki türkü çığırsın!”
...
Kız evinde de durum aynı. Ortalığı birbirine katmış, yarışma için giyindikleri kıyafetleri çıkarıp mini elbiselerini giyinmişti ünlüler.
“Bunnar ne oynuyo kele. Gotlerindâ don gorünüyo.”
“Bilemiyom ki anam bacım! Koyün gızlarını da yoldan çıharır bunnar. Esgi koye yeni âdet getirdi Mıhdar. Koyün uşâ gormese baylımâ!”
“Gızzz, Manken Anşe, bu ne ki gotünüzü bi o yana bi bu yana sallıyonuz?” diye sordu Kezzik Gadın.
“Dans ediyoruz dans! Hadi sen de kalk!” deyince;
“Gâvur tômuna bahale! Beni de gendine benzedecek. Öyle ulu orta soyunulur mu gı? Yarışma bitinci yurdunuza yuvanıza gidin, gişinizin goynunda soyunun! Töbe töbe!”
“Soyunmana gerek yok. Hadi kalk!” dedi Manken Anşe.
“Get ordan donuz sıracalı. Ben türkü çığıracâm.” diye Manken’i azarlayıp konuyu Menken’in sürdüğü rujlara getirdi Kezzik Gadın.
“Dodanâ ne sürdün gı, gıpgıpmızı ışılıyo?”
“Ruj, ruj! Gel, sana da sürelim.”
“Ne luju gı? Yoh yoh herif gorürse ôkelenir şindi!”
Kezzik Gadın, samimi buldu Manken Anşe’yi. Şakayla karışık;
“Bahale, ne diyecâm sana? Seni eversek mi bizim koyden?”
“Aman aman, istemem.”
“Niyeymiş ki gı?”
“Alışamadım köy hayatına. Bana göre bir yaşantı değil! Nerdeyse burnumun direği kırılacak tezek kokusundan!”
“Alışacah ne varımış gı? Şeherde ona buna gotünü başını gosderenece burada avratlıh belle, tezek kohula daha iy.”
...
Akşam, harmanda toplandılar. Muhtar Salif, yine elinde bir kâğıtla geldi.
“Ula uşah! Ataşı ecik harlayın!” diyerek başladı söze.
“Uzun lafa hacet yoh. Ağrınıza neyim getmesin. Âsildikçe âsiliyonuz. Emme gural böyle. Böyle bunnunuzun dikine giderseniz de vay hâlınıza! Dalyan Mısdafa, Manken Anşe; birbirinizinen didişip benim depemi atdırmayın. Millet adamlığa havas ider, siz, it gibi birbirinizi gapıyonuz. Burda filim oynatmıyoh herhâl. Ya dek durursunuz, ya yosam gidecâniz yir belli.
Şindi; elenenneri söylüyom;  Benli Cengiz, Kurtünlü Meyrem.
Ula Cengiz, gidecân getmesine de herkeşi birbirine dahdın. Getmeyi evelden hah etdin ya belkim adam olun diyi gozledik. Ona buna gara çalıp duruyodun. Öyle seme duruyon emme dohuz koyü bi eşşa bindirin sen! Ne diyecâm sana biliyon mu? Sen, sen ol, oküz olmadan kope sıçma emi. Yarin ikiniz de kimseyi uyartmadan ercene gahın, gidin. Sarı Veli moturunan gotürüp bindirir sizi.”