ÜZÜLEREK ve öfkeyle belirtmeliyim ki; 30 Ağustos Zafer Bayramı coşkusunu kaybediyoruz. Türk tarihinde Ağustos ayının zaferlerle dolu hatıraları vardır. Selçuklu Türkleri Anadolu’nun bütünlüğünü yüz elli bin kişilik bir Bizans ordusunu Malazgirt ovasında yenerek sağlamışlardı. 26 Ağustos 1071 tarihinde kazanılan Malazgirt meydan muharebesinde elli beş bin kişilik Türk ordusuna Alpaslan kumanda etmekte idi. Yüz elli bin kişilik Bizans ordusunun başında ise Bizans İmparatoru Romanos Diyojenos bulunuyordu. Az sayıdaki Türk kuvvetleri çetin bir savaştan sonra, Bizans ordusunu yenmiş, Bizans İmparatoru yaralı olarak esir düşmüş, güneşin batmak üzere ferini kaybettiği saatlerinde meydan muharebesinin neticesi tamamen belli olmuş, Anadolu doğusundaki Bizans hâkimiyeti sona ermiş, Anadolu topraklarında yeni bir medeniyetin ilk tohumları atılmıştı. 848 yıl Türklerin yurdu olan Anadolu toprakları, ecnebi devletlerin deyimiyle “hasta adam” Osmanlı İmparatorluğu can çekişir hale gelmişti. Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı’nda aldığı ağır yenilgi Mondros Ateşkes Antlaşması’nın (30 Ekim 1918) 7'inci maddesine göre, İtilaf devletleri güvenliklerini tehdit eden bir durumu bahane ederek istedikleri bölgeleri işgal edebileceklerdi. 
Bu antlaşmasının hemen ardından işgaller başlamış. Boğazlar İngilizlerin kontrolüne altına alınmış. İngilizler Çanakkale, Musul, Batum, Antep, Konya, Maraş, Samsun, Bilecik, Merzifon, Urla ve Kars’ı işgal etmişlerdi. 13 Kasım 1918’den 6 Ekim 1923’e kadar devam eden İstanbul’un işgali 5 yıl devam etmiştir. Fransızlar ise; Trakya’daki demiryolunun önemli istasyonlarını, Dörtyol, Mersin, Adana ve Afyon istasyonunu kontrollerinde tutuyorlardı. Yozgat’ında içine alan Amasya, Tokat, Çorum, Samsun gibi bazı illeri kapsayan topraklara “Pontus” devleti kurmalarının sözü verilmişti.
Yunan mezalimi olarak tarihimizde derin izler bırakmış olan ve “Milli Mücadele” dönemi olarak adlandırdığımız, 15 Mayıs 1919 günü Yunan ordusunun İzmir’e çıkmasıyla başlamış, 26 Ağustos 1922, 9 Eylül 1922 tarihinde Türk Ordusunun zaferiyle Anadolu toprakları ilk ve son kez düşman işgalinden temizlenerek zaferle taçlandırılmıştır. Bunun içindir ki 30 Ağustos günü Türk millerinin Zafer Bayramı ilan edilmiştir. 
Bugün özellikle çeşitli bahaneler ileri sürülerek Zafer Bayramını sıradan anma merasimlerine dönüştürülmesi milletimiz tarafından affedilemez. En başta şehit ve gazilerimize saygısızlık, Türk milletine hakarettir.. Sizler bugün hastalık-salgın bahanesiyle saraylarınızdan çıkmaya korktuğunuz halde,  vatan ve milletin namusunu korumak için canlarını feda eden, bedenlerini düşman kurşunlarına siper yapan şehitlerin ve gazilerin torunları olamazsınız. 
Uzun süren savaşlar sonucunda Ülke hürriyetine kavuşmuş, cepheden dönenlerin en genci otuz yaşlarındaydı.
Haliyle evlenip yurt yuva kurmaları, çoluk çocuğa kavuşmaları da uzun yıllar almış, çoğu gazi evlatlarının mürüvvetini göremeden Hakkın Rahmetine kavuşmuşlardı. Çoğu bedenlerinde kurşun, şarapnel parçalarıyla yaşamış ve bünyesindeki metal parçalarıyla toprağa verildiler.
Kimi bedenlerdeki bu demir, kurşunlar kasların zayıflamasıyla derilerini çürütüp düşmüş, bedenlerinden çıkan bu harp hatıralarını birer madalya gibi saklamışlar, evlatlarına da şöyle vasiyetlerde bulunmuşlardı; “Oğlum bu mermiyi ben ölünce mezarıma koyun, o kurşun bana öbür dünyada şahitlik edecektir. Vatan, Bayrak Namus uğruna, İslam’ın selameti için canımı feda ettiğim bu kurşun ALLAH’ın huzuruna vardığımda dile gelip söyleyecektir.”
Cumafakılı köyünden bir Gazinin oğlu olan Veyis OKUR babasının cephe hatıralarını anlatırken şöyle diyordu;
-Benim babam ATATÜRK’ün çadırında nöbet tutmuş.!
Hemen ses kayıt cihazımı açarak kayıt altına aldım.
 “Ben bir gün Eskişehir civarında Mustafa Kemal Paşanın çadırında gece nöbeti tutuyordum. Yanımdan geçerken selam verdi çadırına girdi. Sabah olup ta gün aydınlandığında çadırın elli metre uzağında tepenin yüzünde, bir taşın duldasında birinin yattığını gördüm. Nöbet yerimi terk edemediğim için gidip bakamadım. Zaman zaman düşman askerlerinden sızma oluyor, nöbetçilerimizi öldürüyorlardı. Ben de ondan korktum, silahımın mekanizmasını çekerek mermiyi namluya verdim. Tam o sırada yerde yatan kişi mekanizma sesine uyandı;
-Ne oldu evladım diye sordu.
Sesinden tanımıştım bu ses Mustafa Kemal Paşanın sesiydi.
-Paşam siz misiniz? Sualine
'Benim evladım' diyerek yanıt verdi.
Sonrada paltosunu silkeleyip çadıra geldi, elini yüzünü yıkadı.
Bu durumu Bölüğümüz Başgediklisine anlattığımda;
-Evladım… O ordumuzun Başkumandanı, ALLAH korusun olası bir düşman saldırısına karşı ordumuz kumandansız kalmasın düşüncesiyle çadırında yatmaz. Siz o çadırda yatıyormuş gibi nöbetinizi dikkatli bir şekilde tutun. Onun bu yaşantısını da vatan kurtulduktan sonra etrafınıza iyi anlatın ki, bu topraklara bir daha düşman ayağı değmesin.
Oğlum…. Sizde bu çektiğimiz çileleri doğacak yavrularınıza iyi anlatın ki Ordunun Başkumandanı güz gününde kuru topraklarda yatmasın. 
Malazgirt Zaferi ve 30 Ağustos Zafer Bayramı milletimize kutlu olsun.