Yaşamımız boyunca belki de en çok arayıp durduğumuz, en çok peşinden koştuğumuz şey mutlulukoluyor. Sanki yapıp ettiğimiz her şey temel amacımız olan mutluluğa ulaşmakta bir araçmış gibi kabul ediyoruz.Hal böyle olunca da mutluluğu hedef haline getirip, koşullara bağlıyoruz. O okulu kazanamaz, o işe giremez, o evi alamaz, o insanla evlenemez, o tatile gidemez, o elbiseyi giyemezsek bir daha asla mutlu olamayacağız sanıyoruz. Tabii bu örnekler çoğaltılabilir. Hatta o kadar çoğaltılabilir ki bir günümüze şöyle bir baksak onlarcasına rastlarız. Üstelik farkettiniz mi bilmem benim verdiğim örneklerde de olduğu gibi mutluluğu bağladığımız koşullar çoğunlukla nesneler oluyor ya da nesneleştirdiklerimiz. Şöyle bir bakıyorum da aslında pek çoğumuz farkında bile olmadan mutluluğu ‘sahip olma’ meselesinin merkezinde konumlandırıyoruz. Nesnelere sahip olmak bir kenara dursun insanlardan, duygulardan söz ederken bile sahip olmayı arzuladığımız şeyler olarak ifade ediyoruz. Mutluluğa da bir kere sahip olsak bir daha bırakmayacak-ya da o bizi bırakamayacak, izin vermeyeceğiz- gibi bir bakış açısıyla yaklaşıyoruz.

Mutluluk bir sonuç değil, süreçtir. Yaşamın ta kendisidir.

Mutluluk hep uzak diyarlarda, yarınlarda aradığımız, hedeflediğimiz bir şey oluyor. Oysa mutluluk tam da burada, şu anda yanımızda olmak için can atıyor. Günün, anın içinde biri belki beni fark eder deyip usul usul insanların arasında gezinip duruyor. Hatta bazen neşeli şarkılar söyleyip, ritimli bir yürüyüş tutturuyor da biz yine fark edemiyoruz. Neden mi? Çünkü gözümüzün önüne bakmıyoruz.

Konfüçyüs diyor ki: “Pek çokları mutluluğu, insandan yüksekte ararlar, bazıları da daha alçakta; ama mutluluk insanın boyu hizasındadır.”

Ah, bir baksak boyumuzun yetiştiği, gözümüzün gördüğü, kulağımızın duyduğu yerlerde dokunabileceğimiz mesafede duruyor mutluluk. Elbette uzak diyarlarda, yarınlarda da tatlı mutluluklar bizi bekliyor. Fakat o gün geldiğinde, o diyarlara gittiğimizde de onlarla tanışıveririz. Bugün buradaki mutluluklarla tanışalım da sonrasını da sonra keyifle kucaklayıp, kabul ederiz. Çünkü sandığımızdan daha büyüktür mutlu anlara ayrılmış yerler yaşamımızda, hepsine yer vardır, merak etmeyiniz.

Mutluluk hakkında bir harika tespit de Helen Keller’ dan geliyor: “Bir mutluluk kapısı kapandığında diğeri açılır. Ancak biz kapanan kapıya o kadar uzun bakarız ki, bizim için açılmış bulunan yeni kapıyı görmeyiz.”

Mutluluk hiçbir yere kaçmıyor. Fırsatlar kaçabilir, koşullar zorlaşabilir fakat mutluluğun başka başka versiyonları hep yaşamımızın bir yerlerinde bulunur. Yeter ki biz kaçırdığımızı sandığımız mutlu anlara takılıp yeni mutluluklara gözümüzü kapatmayalım. Kapanan kapılara bakakalmak yerine açılanlardan gelen temiz havayı soluyalım.

En önemlisi de mutluluğun daimî, durağan bir hal olduğu yanılgısına kapılmamaktır. Yaşamda acı, keder dolu deneyimler olmasa mutlu anların da hiçbir anlamı olmazdı. Hatta belki mutlu an diye bir şey olmazdı. Bu yüzden mutluluk hareketlidir. Bir kere gelmiş olması bir daha gitmeyeceği anlamına gelmez. Ya da tam tersi durum da geçerlidir. Bir kere gitmiş olması bir daha gelmeyeceği anlamına da gelmez. Bu yüzden sonuç değil, süreçtir.

Yaşamın ta kendisidir mutluluk.