Yaşadığımız bu kente giderek yabancılaşıyoruz. Yeni yetişen nesil, kendisinden önce gelen neslin biraz daha yaşlanmasına neden olurken, yaşlanıp, dört kolluya binip gidenlerin geride bıraktıkları kendilerine sıranın gelmesini bekliyor.
Aslında bir kısır döngüdür yaşam. Bu kısır döngüyü anlamlaştıran, bizden öncekilerinin bizlere, bizlerin de bizden sonrakilere bıraktıkları ve bırakacaklarımızdır. Yoksa ''Yaşam'' adını verdiğimiz süreç varlığımızın ortadan kalkması ile birlikte, ''Yaşanmamış'' olarak kabul edilecektir.
Doğup, büyüdüğümüz, yaşadığımız, yaşlandığımız, bu süreç içerisinde nimetlerinden faydalanıp, makamlarını işgal altında tuttuğumuz bu kent hızlı bir şekilde değişime uğruyor. Bu değişim, kenti bize bizleri de kente yabancılaştıyor, farkında olmasak bile...
Sabah evden çıkıp, işyerine ulaşıncaya kadar geçen zaman diliminde, kaç kişiye selam verip, kaç kişi bize ''Merhaba'' diyebiliyor? Çoğunluğumuz, ''Selamsız, sabahsız'' evimizden işyerimize ulaşıyoruz. Çünkü yaşadığımız ve yaşlandığımız bu şehir bize yabancı. Biz bu şehre yabancıyız, yabancılaşıyoruz.
Çoğunluğumuz, gözümüzün önünde yaşanan Saat Kulesi'nin varlığından bile habersiz hale gelmişiz. Kimimiz yürüdüğümüz yolun asfalt mı? yoksa patika mı? olduğunu bile bilmiyoruz, farkında bile değiliz.
Yaşıyoruz, yaşlanıyoruz, günü geldiğinde de ebediyete intikal edeceğiz. Giderken dönüp arkamıza baktığımızda, bizden sonraki nesillere, bize bırakılanlardan daha kötü bir kent bıraktığımızı görüp, anladığımızda vaktin çok geç olduğunu anlayacağız ve elimizden hiç bir şey gelmeyecek. Toprağın altına bedenimizi bırakırken, toprağın üzerinde kalanlar bizim için okudukları duanın ardından, ''Amin'' deyip, sırtlarını döndüklerinde unutacaklar. ''Bir zamanlar'' diye bizim için söze başlamayacaklar.
Bu şehri biz getirdik bu hale. Bizden öncekileri daha yaşanılabilir bir kent bırakmıştı bizlere. Halen Salim Bey'den, Cevdet Dündar'dan bahsedip, onları ''Rahmetle'' anmamız ondandır.
Bu şehrin dünden daha yaşanmaz hale gelmesinin birinci derecede sorumluları olarak, bugüne kadar yapılanı, yapılacağı sorgulamak yerine, ''Alkışlamayı'' tercih ettik. Sonrasında alkışladığımızı unutup, ''Küfretmeyi'' tercih ederken, aslında küfrettiğimizin kendimiz olduğunun bile farkına varamadık. Kısır bir döngü içerisinde yuvarlanıp, gidiyoruz. Bu şehre ve kendimize giderek yabancılaşıyoruz. Sanki bu şehirde ''Geçici ikamete tabi tutulmuş'' gibi davranıp, misafir olmanın verdiği rahatlığı sonsuza dek kullanmaktan yana bir tavrı sergiliyoruz.
Kısır döngü içerisinde yuvarlanıp giderken, yaşadığımız, yaşlandığımız bu kentin artık yok olmaya başladığını belki de umursamıyoruz. Bugün ''Köyden farksız'' olarak nitelendirdiğimiz bu kentin, bizlerin böylesine umursamaz tavrı nedeniyle yarınlarda ''Mezra'' olarak bile varlığını sürdüremeyeceğini görmemizin zamanı geldi de geçiyor bile...