Emirhan, Esenli ve Alcı köylerinin tam aritmetik ortalarında bulunan Cemeli diye bir mevkii vardı. Eğriöz çayı bu bölümlerde geniş menderesler çizerek alüvyal topraklar ve ormansı yeşillikler oluştururdu. Sık ağaçlıkların çevrelerinde ise verimli topraklar bulunduğundan her köy burada bulunan arazilerini bostanlık olarak değerlendirirdi. Şemşamerler, bostanlar, kavunlar, mısırlar, fasulyeler, domatesler, soğanlar, patatesler, hıyarlar, biberler burcu burcu kokularından anlaşılırdı. Eşkiyalar buralarda dolanır diye ikindi üzeri olunca herkes akşamın ürkünç karanlığına kalmayalım diye köylerine kaçarlardı.

    Dağermenci Üsüyün dayı bu cennet görüntülü mekanda, ağaçların tam ortasında yaptığı değirmeniyle çevreye hizmet veriyordu. Çakırfhacılı'dan, Koyunculu'dan, Sarıhacılı'dan, Yazılıtaş'tan, Çavuşköyü'nden, Sivri'den, Osmanpaşa'dan her yerden uzak, yakın demeden insanlar buraya at arabalarıyla, eşeklerle un üğütmeye geliyorlardı. Değirmenin çarkı eğriöz çayından kanal yapılarak ulaştırılan debisi yüksek kuvvetli bir suyla dönderiliyordu ki, su sesi ve taş sesi ilginç bir melodi oluşturuyordu. Sıra bek çok olurdu. Un üğütme zamanlarıda genelde Eylül, Ekim ayları olurdu ki, bazen soğuklar insanın damarlarına işlerdi. Günlerce sıra beklenildiği olurdu. Ayazlı geceler hiç çekilmezdi. Yeni üğütülen unlar çuvallarında sıcak olduğu için onların üzerine yatılır, karın bölgesi sıcak, sırt bölgesi donmuş bir halde keçeşerek kalkılırdı. Bazen sıranın geç geleceği tedbiriyle değirmene tedarikli gelenler üzerlerine çul ve yiyecek öteberi getirirlerdi. Şaşkın ve tedbirsiz gelenler onlara hep imrenirdi.

    Evden getirdikleri ufak bir tencere ile taşlardan ocak yapılarak üzerinde pilav pişirirler, çevreden aldıkları domates, biber, soğan ve bağ bozuntuları arasında kalmış cıngıl üzümlerle iştahlı yemekler yerlerdi. Zaten sıranın gelmesi için çevrede dolaşanlar tek tük kalmış armutlar, çiğiti siyah, içi sarı bostanlar, kelekler, elmalar, turplar, şemşamer kelleleri, pürçüklü vs. bulurlardı. Öyle bir lezzetli ve keyif verici olurdu o nevaleler…
    Dağermenci Üsüyün Dayı kendisi için ektiği karıkların bulunduğu  mekana ilginç bir mühendislik tasarımı ve zekasıyla eğriözden değirmen çarkı için götürdüğü su kanalına düşeş bir şekilde elek yerleştirmiş, yolunu şaşıran kefal balıkları kanala giriyor ve akıntıya kapılıp pat diye bu eleğin içine düşüyorlardı. Eleğin yerini tespit edenler birbirine anlatıyordu. Değirmene her giden zula bir zaman bulup derhal elekten o balıkları çalıyorlardı. Bazen bir heybenin iki gözü balık topladıklarını, bazen iki tane bulduklarını söyleyenler oluyordu. Ama berrak Eğriöz çayında yetişen her balık dayanılmaz lezzette oluyordu. Bende artık değirmene yalnız gidecek yaşa gelmiştim. Hemde üç eşekle 30 çinik buğday attım ve un üğütmeye gittim. Ekim ayının ortalarıydı galiba. Dağermen belinden çıkıp tepeden eğriöz ağaçlıkları görüldüğünde eşek anırtılarının fazlalığı değirmenin çok kalabalık olduğunun habercisiydi. 

    Değirmene ulaştığımda gerçektende öyleydi. Onlarca at arabası ve yüzlerce eşek. Emirhanlı Efenin Ömer Dayı bana yardım etti ve elleşerek seklemleri indirdik. Kargalı Avukatın İzet Enişte sıra yazıyordu. Benim sıramıda yazdı, Gelingüllü'lü Öcünün Satılmış'ın arkasındaydım. Eşşekleri suyun kıyısındaki çevliklere örkledim. Sağı solu gezdim. Kuşburnu ve iğde ağaçlarının üzerinde kalan üzüm asmalarında kalan salkımları topladım.          
2 tane yufka ekmek ve guvermiş çokelik getirmiştim. Bostanlık bozuntularından turp, soğan, pürüşmüş kırmızı (domates), biber falan buldum ve iştahla yedim. Şemşamer çitledim. Çevliğin kenarından balık sürülerini seyrettim. Yaklaşık 2-3 saat etrafta gezdim. Geldim ki sırada daha kıpırtı bile yok. Üsüyün Dayı taş dişliyordu. Gecenin ürkünç karanlığı başlıyordu. Bayatköylü adamın biri bana”Yiğenim dışarılarda bek gezme eşgıya falan gelir gotürür” dedi. Tüylerim diken diken olmuştu. İlginç kuşlar ötüyordu dışarıda. Hele bir tanesi sanki ıslık çalan bir insan gibiydi. Puhu kuşları duruyor duruyor ritmik bir şekilde kalın sesleriyle alay eder gibi bir ses çıkarıyorlardı ki, korku filmlerindeki gibiydi.

    Aşırı derecede üşümeye başlamıştım. Pendiryemezli bir adam bana “Delağanlı gel aha şu çuvalların üstüne yat, daha yeni uğündüki ıpısıcak” dedi. Çuvalların üzerine yattım. Üstüme boş bir çuval daha örttüler. Suyun sesi, yıldızların parlaklığı Allahım sıpsıcak unun üzerinde öyle bir keyifle uyudum ki…

    Sabah kalktığımda saat 8 falandı. “Uyandınnı lan Ehsanağanın oğlu” dedi adam bana. Tanımıyordum ama Pendiryemezliymiş. Bize gelmiş misafir olmuş. “Acik durda Satılmış emmin pilav bişiriyo sende gel ye “ dedi. “Yoh savul dayı” falan dedim. Kendimi ağırdan satayım diye. Bir daha gel demediler. Oralarda dolanıp varlığımdan haberdar etmeye çalışıyordum adamları. “Ula bu herifler bana bi daha gel demiyecekler heralda” falan diye sokranıyordum.

        Pilav pişmiş. O ihtiyar adam “gessene lan, tosunum” dedi. Yoh emmi dememe kızdı ve kolumdan tutarak beni sofraya oturttu. Adam ne iyi bir adamdı. Üçgen şeklinde katlanmış sufralardan yufka ekmekler çıkardılar. Diğer Pendiryemezli adam da yımırtalı omaç ettirmiş. Kumpür gaynattırmış. O da sufrasını açtı. Bi yeme salladık amma. Allah razı olsun.

    “Gozüyün onüne bah da sıranı gapdırma” dedi adam bana. Diğeri de “Bah şoo şapgalı d.., Üsüyün Aağaya oşuhculuh ediyo, sıranı neyi verme haa…Biz senden önce gideciğik” dedi. Yemekten sonra o emmilerle etrafı gezdik. Güzel yürekli cömert adam bize döndü “Şuraları bi golaçan edinde Üsüyünün elekten balıkları bi çalıyım” dedi. Yanımızdan ayrıldı. Daha sonra bana “La delağanlı bizim aşşağdan şu sufrayı bi getir” dedi. Hemen koşup sufrayı getirdim. Yanına vardığımda Allahım Yarabbim eleğe yaklaşık 30-40 tane farklı boylarda balıklar düşmüştü.Adam büyük bir heyecanla balıkları zor güç toplarken birden başımıza Üsüyün Dayı belirdi. “Ne yapıyonuz, ayıp daağalmi” dedi. Şaşkınlık ve korku içinde karşılayan adam.. “Ula Üsüyün Kâ şurdan uşahlara acik balık alıyoh” dedi.

Üsüyün dayı sokranarak gitti ama adam da balıkları sufraya aldı.Onlarda, bende biraz zahmetli bekleyişlerin ardından sıramız geldi ve unlarımızı uğütüp köylerimizin yolunu tuttuk. İlk defa görmüştüm Dağarmenci Üsüyün Dayının balık eleğini. Bunun üzerine 15-20 kere acemi hırsızlık deneyimin oldu. Hepsinde de ya çevresinde Üsüyün Dayıyı gördüm, ya da başka profesyonel hırsızları. Aradan yıllar geçti bir daha gittim. Değirmenin sadece taşları ve yıkık duvarları duruyordu. Kanal kurumuş, elek paslanmış, çevresi ot bağlamıştı. Ürkünç bir yılanında o otların arasına aktığını görünce ürperdim ve biraz tepelerden eski cenneti seyredip evimize geldim.