BU DA YÜKSEL KOÇ’UN MAKBER’İ. NE YAZIK Kİ BUNU O DA ZAMANSIZ YAZMAK ZORUNDA KALDI, ONDA DA ‘EYVAH, NE YER NE YAR KALDI!..”

BU SENE

Kışı erken geldi gönül dağımın
Bülbül ötmez göç eyledi bu sene
Böyle mi töresi ömür çağının
Dalında kurudu gülüm bu sene

Lale, sümbül tutamazken dengini
Bu soyka dert soldurdu gül rengini
Kıskanırdım saçlarının telini
Tutam tutam yolundu yar bu sene

Ne hayalim kaldı artık ne düşüm
Gündüzüm karardı soldu güneşim
Ömür arkadaşım kırk yıllık eşim
Çaresiz dertlere düştü bu sene

Doktor doktor gezdim çare olmadı
Hiçbiri derdine derman bulmadı
Dediler ki artık umut kalmadı
Kırıldı kanadım kolum bu sene

Dolaştım dağlarda derman aradım
Otlara, köklere umut bağladım
Çaresiz boynumu büktüm ağladım
Gözyaşlarım sele döndü bu sene

Gönlüm hüzün dolu gözlerim yaşta
Duymuş bütün dostlar onlar da yasta
Ben iyi olsam da can dostum hasta
Yar ağladı ben ağladım bu sene

Ozan Yüksel yar perişan dert yaman
Kaderime boyun eğdim her zaman
Haktan geldi, böyle yazılmış ferman
Yar tükendi ben tükendim bu sene

Yüksel Koç

BUNLAR İÇİN BİR ŞEYLER YAZMAK ÖYLE GÜÇ Kİ! – Şahin Güvenç
Bu öykünün başını, kırk yıllık sürecini Evdeş’ine seslendiği Evdeş’im dörtlüklerinde okumuştuk.
Zorluklarda, zor anlarda bile iyi olma, iyilik için uğraşarak
Sevgiye sarılarak, onu güzelleştirerek, ona tutunarak
O sevgiyi, yüreğe ilmik ilmik, desen desen örerek
Hep güler yüzlü tatlı sözlü olarak/kalarak
Bakıp içi huzurla doldurarak
Bunca geçen yıllara katlanarak, dayanarak; sabır yüklü, kor yürekli kalarak
Çölde şebnem, dağda kır çiçeği; soylu, huylu olarak
Katıksız olsa bile acı soğanı yaşam sofrasında bal eyleyerek
Sonunda bunun toplamı, sarılıp düğümlenen bir sevgiyi çözülmez ederek,
gelmişlerdi bugüne. Kırk yılı böyle geçirirken, bu böyleyken; iyiyken, her şey güzelken… Birden o ‘soyka hastalık’ çıktı, bozdu düzenlerini, bozdu ağızlarının tadını.
Ozan Yüksel Koç bunu “Böyle Değildi” adlı dörtlüklerinde dile getirmişti.

BÖYLE DEĞİLDİ

Bu soyka dert seni yedi bitirdi
Gül yüzlüm hallerin böyle değildi
Sevinci neşeyi alıp götürdü
Gülerdi yüzlerin böyle değildi

Ellerin gül dalı yanağın gonca
Her mevsim açardı sen hep gülünce
Kâkülün kirpiğe kaşa değince
Sırmaydı saçların böyle değildi

Konuşmaz dillerin dargın mı yoksa
Bakışın sitem mi kırgın mı yoksa
Kırık mı kolların yorgun mu yoksa
Sarardı boynuma böyle değildi

Sessizce süzülüp şefkatle bakan
Şelale şelale gönlüme akan
Şu sinemde derin izler bırakan
Berraktı gözlerin böyle değildi

Sen çiçektin Ozan Yüksel bir arı
İkimiz beraber yapardık balı
İki gözüm şu gönlümün sultanı
Seninle kavlimiz böyle değildi

İnsan dolup geliyor değil mi? Öyleyken böyle olup ‘Böyle değildi” diyebilmek güç ki güç. 
Bunu böyle dedikten yaklaşık iki yıl sonra da bu, “Bu sene” demesini gerektiren an: Gönül dağına kışın erken gelişi, bülbülün ötemez oluşu, göç eyleyip gidişi, gülünün dalında kuruyuşu… Kısaca ağlanacak yer, o an.
İçi yananların yaktıkları ağıtları iyi bilen, onları soran soruşturan, arayıp bulan; toplayıp derleyen... Bununla kalmayan; neymiş, niye ağlanmış onu da bilmek isteyen, onları da araştırıp bulanın, günü geldiğinde kendi ağıtı olmaz mı! Durur mu durabilir mi! En acı anlarından birinde içi yandıkça o da yakar kendi ağıtını.
Ağıt yukarıda. Ozan Yüksel “Bu sene” demiş; dize dize, dörtlük dörtlük yakmış söylemiş. En sona da

Ozan Yüksel yar perişan dert yaman 
Kaderime boyun eğdim her zaman 
Haktan geldi, böyle yazılmış ferman 
Yar tükendi ben tükendim bu sene 

demiş kalmış. Yâri de kendi de sözü de … Ah ki ah!
Bunu önceden bilerek, süreci an an yaşayarak, yürekte sürekli bir sızı, göğüs altında kelebekimsi kıpırtılar, boğazda bir yumru… Duygularını duygu duygu taşırıp böyle dile getirmiş.