İslam’ın ilkeleriyle bağdaşmayan, insan onurunu yok sayan şiddet kimden ve nereden gelirse gelsin insanlık suçu ve hak ihlalidir. Zulmün de adaletin de yaşı, cinsiyeti, coğrafyası yoktur. Erkeğiyle kadınıyla, genciyle yaşlısıyla, amiriyle memuruyla, zenginiyle yoksuluyla herkes birbirine karşı merhametli olmakla ve zulüm etmemekle mükelleftir.
İnsan değerini cinsiyetinden değil, bizzat insan olmasından alır. Hz. Peygamber (sav) insanın konumu hakkında şöyle demiştir: “Ey insanlar! Allah cahiliye gururunu ve atalarla övünme âdetini kaldırmıştır. İnsanlar iki gruptur: Birincisi iyi, takva sahibi ve Allah katında değerli kişi, diğeri ise günahkâr, isyankâr ve Allah katında değersiz kişidir. Bütün insanlar Âdem’in çocuklarıdır. Ve Allah, Âdem’i topraktan yaratmıştır.”    
Yeryüzünün şerefli halifesi olmak, insan olarak yaratılmanın ayrılmaz vasfıdır. Bu varoluşsal değer, aslında erkek ve kadının kul olma paydasında buluşması anlamına gelir. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Ey insanlar! Şüphe yok ki, biz sizi bir erkek ve bir kadından yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi boylara ve kabilelere ayırdık. Allah katında en değerli olanınız, O’na karşı gelmekten en çok sakınanınızdır. Şüphesiz Allah hakkıyla bilendir, hakkıyla haberdar olandır.” “Erkeklerin kadınlar üzerindeki hakları gibi, kadınların da erkekler üzerinde belli hakları vardır.” “Sizden erkek olsun kadın olsun, hiçbir çalışanın amelini karşılıksız bırakmayacağım.” buyrulmuştur. “Kadınlar, erkeklerle birlikte bir bütünü tamamlayan diğer yarıdır.” Kadın ve erkek, insan gerçekliğinin iki farklı ama birbirini tamamlayan boyutu, birbirlerine eşit değere sahip iki varlıktır, varlığı gereği doğuştan değerli ve dokunulmazlık hakkına sahip iki candır. Ve canların sahibi Allah’tır.
Şiddeti doğuran; zihin kalıpları, değer algısı, konum karmaşası, mülkiyet iddiası, yanlış namus telakkisidir. Zihin kalıpları din, kültür, gelenek ve örf gibi birden çok kaynaktan beslenerek, davranışlarımıza yön verir. Hatalı zihin (düşünce) kalıpları değişmedikçe, bu kalıptan beslenen hatalı tutum ve davranışlar da düzelmez. Şiddetin ev içinde yaşanabilir ve doğal olduğuna dair düşünce kalıplarına sahip olan bir insan, aile fertlerine şiddet uygulamaktan çekinmez. Yanlışa engel olmaya çalışırken; zihin kalıplarını göz ardı etmek, düşünceye değil de davranışlara odaklanmak, emir ve yasak dilinden başka yöntem bilmemek, ceza odaklı çalışmak başarısızlığa sebep olur.
Ataerkil sistem, kadını ve erkeği ast-üst ilişkisi içinde var eder, kadının ikincil konumunun hayattaki rol dağılımından kaynaklandığını ileri sürer. Buna göre kadın ancak mensup olduğu soy, dünyaya getirdiği erkek çocuk sayısı, kızlarını ve gelinlerini kontrol etme becerisi ya da mal varlığı ile toplumda iyi bir yer edinebilir.
Şiddet sosyal öğrenme ile küçük yaştan itibaren içselleştirilen bir davranış formu olup alışkanlıklardan, aileden, atasözlerinden, basmakalıp eğilimlerden beslenen bir yapıya sahiptir. Kadına şiddet uygulamayı meşru görmenin öncelikli nedeni kadının ikinci sınıf görmek ve konumu konusundaki köklü tasavvurdur. Kadının şiddet eksenli bir terbiye ile ıslah edilebileceği düşüncesi kültüreldir ve ne yazık ki bu kültür de dinin yanlış yorumları, yanlış kültürel kodlar, sosyal şartlar ve yüklenmiş yanlış bilgi birikiminden oluşmaktadır. Bütün bu zihniyet hastalıklarını tedavinin yolu eğitim ve rehberlik çalışmalarından özellikle de manevi olarak güçlenmekten geçmektedir.
Sosyokültürel değişimin en fazla etkilediği alanlardan biri de ailedir. Her geçen gün evliliklerin ve aile başına düşen çocuk sayısının azalması, aile içi şiddet, boşanmış ve parçalanmış aileler gerçeği bunun en açık göstergesidir. Aile, toplumun temel taşıdır. Bundan dolayı İslam; nesli, dolayısıyla aileyi, korunması zaruri olan beş unsurdan biri olarak saymıştır.    
Aile kurumunu tehdit eden şiddet olgusu İslam’ın temel kaynaklarında zulüm kavramıyla ifade edilir. Zulmün, karşısında adalet ve merhamet bulunmaktadır. İslam “Rahmetim gazabımı geçti.” buyuran bir Yaratıcı tarafından “ âlemlere rahmet olarak gönderilen” bir Peygamberin yaşam tarzıdır. Rahmet ve merhamet, acıma hissinden doğan sığ bir esirgeyicilik değil, varlığın onuruna saygıdan doğan derin bir şefkat duygusu, ahlaki bir duruştur, gönül yumuşaklığı, kalp inceliğidir; muhatabını anlamak, kendini onun yerine koymaktır; zulmün ve şiddetin değil rahmetin insanı olabilmektir. “Merhamet etmeyene merhamet olunmaz.” buyrulmuştur.
“Kadınlar hakkında Allah’tan korkun. Çünkü siz, onları Allah’ın emaneti olarak aldınız ve Allah’ın adını anarak (nikâh kıyıp) onları kendinize helâl kıldınız.” Emanet; Güçsüzlük ve zayıflık değil, değer ve kıymettir. Bir insanın diğeri üzerinde sınırsız egemenlik kurması değildir. Sorumluluğun farkında olup bu bilinçle davranış sergilemektir. Kadınlar gibi erkekler de eşlerine emanettir; çocuklar da ailelerine Allah’ın birer emanetidir. Yaşlılarımız da hem kendi çocuklarına hem topluma emanettir. Yani hepimiz diğerine emanettir. Peygamber Efendimiz buyurur ki, “Müslüman, elinden ve dilinden diğer Müslümanların zarar görmediği kimsedir.” Ailede kadın da, çocuk da, yaşlı da, erkek de değerlidir. hiç kimse şiddete maruz kalmamalıdır.
Aile fertleri; birbirlerine karşı sevgi, şefkat, merhamet ve adaleti kuşandığında, birbirlerine ihsan ve hoşgörü ile davrandığında, karşılıklı haklar ve sorumluluklar yerine getirildiğinde, ailede, toplumda huzur ve güven ortamı sağlanacak; dünya insan onuruna yakışır, yaşanılır bir yer olacaktır. Aile içinde yaş ve cinsiyet farkı gözetilmeksizin bütün bireylerin saygın olduğu ve dokunulmazlık hakkına sahip bulunduğu unutulmamalıdır. İnsan onurunu zedeleyen, itibarını sarsan, hatta canına kasteden şiddetin her türlüsü dinen, hukuken, ahlaken suçtur ve kul hakkı ihlalidir.
Unutmayalım ki üzerimizde en çok hakkı bulunan kişiler, bize en çok emeği geçen, sevinçte ve kederde yanımızda olan aile fertlerimizdir. Maalesef farkında olmadan kırdığımız, üzdüğümüz ve helallik almayı ihmal ettiğimiz kişiler de onlardır.
Kadına yönelik şiddetin yaygın olduğu bir topluma İslam mesajını getiren Allah Resûlü (s.a.s): “Allah’ın kadın kullarına vurmayın!  Eşlerini döven adamların sizin hayırlılarınız olduğunu sanmayın!” buyuruyordu. Onun ifadesiyle en hayırlı Müslüman, ailesine karşı en güzel davranandır. Evlilik, omuzlara yük değil, gözlere ışıltı olmalıdır. İnsan, hayat arkadaşını rakibi değil refiki görmelidir. “Mümin erkekler ve mümin kadınlar birbirlerinin dostlarıdır. İyiliği emreder, kötülükten alıkoyarlar…” ayeti gereğince eşler muhabbet ve samimiyet içerisinde sorunlarını çözmelidir. Birlikte çıktıkları hayat yolculuğunda omuz omuza vererek huzurla yürümelidirler. İyi günde kötü günde birbirlerine sahip çıkmalıdırlar.
Biliriz ki bir varlık emanetse tüketilmez, bir can emanetse örselenmez. Emanete ancak özen gösterilir, sağ salim sahibine ulaşması için emek verilir. Dolayısıyla anne babası, onun üzerinde her türlü tasarruf hakkına sahip değildir. Emanetin Sahibine bir gün hesap verileceği unutulmamalıdır.
O hâlde, Peygamber Efendimizin şu uyarısına kulak verelim: “Kimin üzerinde din kardeşinin ırzı, namusu veya malıyla ilgili bir zulüm varsa altın ve gümüşün bulunmayacağı kıyamet günü gelmeden evvel o
kimseyle helalleşsin! Yoksa kıyamette kendisinin salih amelleri varsa yaptığı zulme karşılık onlardan alınır ve hak sahibine verilir. Şayet iyilikleri yoksa kendisine zulmettiği kardeşinin günahlarından alınarak onun üzerine yüklenir.” Geç olmadan sevdiklerimizin kıymetini bilelim, onlara sevgimizi şefkatimizi gösterelim, helalleşelim, kırgınlıkları telafi edelim, küslükleri giderelim. Sevelim, sevilelim; dünya kimseye kalmaz. Allah’a emanet olunuz.