Kur’an-ı kerimde ve hadis-i şeriflerde, işlerin ehli olana yani layık olduğu kimselere verilmesi emrediliyor. Görev yerlerinin emanet olduğu, bu emanetlere riayet edilmesi, uyulması emredilmektedir. Kur’an-ı kerimde mealen buyruluyor ki “Allah size, mutlaka emanetleri [işleri] ehli olanlara vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle davranmanızı emreder.” [Nisa 58]
“Biz emaneti [dinin emir ve yasaklarını], göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler, (sorumluluğundan) korktular. Onu insan yüklendi. Doğrusu o çok zalim, çok cahildir.”  [Ahzab 72]     
Bir işe diplomalı veya unvanlı kimse değil, o işi hakkı ile yapabilen kimseler getirilmelidir. Adam kayırmak, adama göre iş vermek uygun değildir. Her zaman işe göre adam seçmelidir. O eleman o işe layıksa o iş ona verilmeli, layık değilse, layık olanını aramalıdır.
İşin ehil olanlara verilmemesi, cehaletin yaygınlığı ve ilmin ortadan kalkmış olmasından ileri gelir. İşin aslını bilenlerin bulunduğu bir ortamda ehil olmayanlara işlerin verilmesi normalde düşünülemez. Ama ortalığı kesif bir cehalet kaplamış, gerçekler ters yüz edilmiş ise, işler kapanın yani ehil olmayan kimselerin elinde kalır. Bu da toplumlar için bir çeşit kıyâmet demektir. Bu durumu bir de evrensel bir ilahî din olan İslâm ve onun müntesipleri Müslümanlar için düşünecek olursak, felaketin boyutları bütün dehşetiyle ortaya çıkar. Bilindiği gibi aslında ilim, çözüm demektir. İlim ayakta ve önde olduğu sürece, işlerde mutlaka bir kolaylık bulunur. Çözümsüzlüğün ve çöküntünün asıl sebebi dış etkenleri bir tarafa bırakacak olursak bilgisizliktir.
Dürüstlük manevi bir yükümlülüktür. Yaradanımıza karşı sözümüzdür. Daha peygamberlik gelmeden "emin" lakabıyla tanınan öndere bağlı olmanın gereğidir. Bu yüzden dürüstlüğün seçiminde herkes kendi sorumludur. Yani insan dürüst de olabilir, sahtekâr da... Yetişme tarzımız elbet etkilidir ama kişi kendine çekidüzen vermek, dürüstlüğü hedeflemek zorundadır. 
Dürüstlük, iki yüzlü olmamak demektir. Birinin kendisi için bir yüz, başkaları için başka bir yüz takınıp, sonunda hangisinin gerçek olduğu konusunda dehşete düşmesi ne kötüdür. Dürüstlük tehlikeye atıldığında, kişi kendini tehlikeye atmış demektir.
Dürüst kişiler yalan söylemeyi gerçeklerin çarpıtılması olarak gördükleri için aldatıcı tavırlar içine girmezler. Bunun yanında, başkalarını korumak amacıyla olayları çarpıtmayı da reddederler. Kendi dünyalarının hakimi olduklarını, başkalarının da böyle olduğunu bilirler.
Ehil olmak, işi ehline vermek, liyakatli insanlarla çalışmak üzerinde durmak istemiştik. Ancak konu “ Şereflice Yaşamak” noktasına geldi. Namusluca yaşmanın ve insan olmanın şartı dürüstlüktür. Kimsenin namusuna bakmayacaksın, kimsenin namusunda gözün olmayacak….
İşin ehliysen o işe talip olacaksın, başkasını ezmeyeceksin, hak etmediğin göreve talip  olmayacaksın. Bu  görevin hem bu dünyada hem de ahrette bir vebalinin, sorumluluğun olduğunu bileceksin. Kendinde üstünlük görmeyeceksin, birilerini çiğneyerek yükselmeyeceksin…Şereflice Yaşamanın mücadelesini vereceksin..
Üç kuruşluk dünyada beylik sürmen seni kurtarmaz, yalan, dolan ve çamur atarak bir yerlere gelmen seni yükseltmez alçaltır.  Namus , şeref, haysiyet, erdemlik ve dürüst olmak seni baş tacı eder. Bunları neden mi yazdım?  Tanık olduğum son olaylar beni çok etkiledi. Üç günlük yalan dünya için insanları, görevini satanları, çamur atanları alavere -dalavere çevirenleri görünce “ Yazık Ettiniz kendinize “ diye haykırasım geliyor…