GÜN boyu iş yerinizde bulunan masanızda hareketsiz bir şekilde sayısız evrak ve dosya ile çalıştınız. 
Yüzünüze savrulan çimento tozunu, ellerinize bulaşan demir tozunu, ufak bir dikkatsizlikle ayağınıza batan çiviyi güne bıraktınız. Akşamın ilk saatlerinde yorgun argın, evinize kendinizi zor attınız.
Diğer güne kalınca bayatladığını bildiğiniz simitlerinizi satmak için sokak sokak dolaştınız. Soğuduğu halde “Sıcak simitttt…!” diye son ses bağırdınız. Ne ayak kaldı, ne ses. Eve zor düştünüz.
Evinizde mis gibi pişen kuru fasulye ve yanında pilavı, hart hart ısırdığınız ev turşusuyla yediniz. Ardından sobanın üstünde demlenmiş çayınızı içeceksiniz. Çok şükür, çoluk çocuk etrafınızda! Ailecek TV karşısına geçip aile olmanın mutluluğunu, sıcacık yuvanızda, sıcacık çayınızı içerek yaşamak istiyorsunuz. Odadaki huzura çitlediğiniz çekirdeğin sesi eşlik ediyor. Elinizde TV kumandası kanal kanal geziyor, izleyebileceğiniz bir program arıyorsunuz.
Bastığınız bir tuşla odanız bir anda savaş alanına dönüyor. Gözü dönmüş mafya karakterinin elinde silah, sizin kulağınızda bam bam sesler, korkudan göğsünüze kapanan çocuğunuz…
Başka kanala geçiyorsunuz umutla. Dar ağacında bir kadın, ayaklarının altında sandalye, gözlerinde korku, yanaklarındaki kanına karışmış gözyaşları…
Namus temizleme sahnesi! 
Sobaya attığınız kömürün ışığı ve ısısının odada olmasına rağmen, birdenbire gelen soğuk hava dalgası. Bu sahneyi, anlayacak yaşta olmadığı için bakışlarıyla sorgulayan çocuğunuz…
Bu kanalı da geç, geç hadi, geç! Başka kanala geç! Zengin adam avında bir genç kadın, bulduğu emanet kıyafetleri giymiş, takmış takıştırmış, sürmüş sürüştürmüş. 
Hırslar, ihtiraslar, cinayetler, aşk sahneleri, ihanetler…
Değiştir babam, değiştir!
Deli yürek, Poyraz Karayel, Kurtlar Vadisi, hayatımız tıpkı Yılan Hikayesi dizisi…
Toplumumuzun dini, milli, ahlaki, kültürel değerlerini hiçe sayan sayısız dizi geldi, geçti ekranlarımızdan. Allah var ya çoğu insan izledi bu dizileri. Öyle ki reytingler alt üst edildi. İnsanlar izledi, izlendikçe yazıldı, oynandı. 
Hep bir elden, masum, huzur, şefkat, saygı, sevgi dolu o güzelim geçmişimizin katili olduk.
Yıllardır dizi izlemiyorum. İzlememekle hiçbir şey kaybetmediğimi çok iyi biliyorum. Aksine dizilerin tahrip ettiği ruhumu, uzaklaşarak tedavi ettiğimi düşünüyorum. 
Birkaç hafta önce o an açık bulunan TV kanalında bir diziyi izlerken buldum kendimi. Yıllar sonra bir diziye kapılmış, dizide hayatın kendisini bulmuştum.
“Mucize Doktor” bir mucize gibi geldi ekranlara. Asıl versiyonu Kore’ye ait. Halis mulis Türk işi olmasa da konu itibariyle farklılık yaratan bir dizi.
Dizi, Otizm ve Savant sendromlu bir çocuğun doktorluğa kadar uzanan farklılığını konu alıyor, böylelikle farkındalığa imza atıyor.
İlerleyen bölümler ne getirir, ne götürür bilmiyorum. Şimdilik ekrana ve hayatımıza çok yakıştı. 
TV ekranından hayatımıza akan bir mucize gerekiyordu.
Aniden ve demet demet sevgiyle gelen mucizelere can gurban!