BİR hanım kardeşimiz telefonla beni aradı, bir kitap yazdım yayınlatmak istiyorum bu konuda sizin düşüncenizi almak üzere yanınıza geleceğim zamanınız var mı? Dedi, Uygun bir saatte anlaştık. Sürücü Kursundaki çalışma odama geldi. Tesettürlü, orta yaşlı bir hanımefendi. Buyurun dedim; okuma yazmayı yeni öğrendiğini belirterek İÇİMDEKİLERİ  yazmak istedim, çok çilleler çektim diye söze başladı.
Bir kitap yazdım, bunu bastırmak istiyorum dedi. Kitabın uzun olacağını düşündüm, sonra okuyayım çıktılarını bana getir de dedim. Maksadım eserini incelemekti, daha sonra düşüncelerimi belirtecektim. Kitabın zorluğundan bahsettim, pazarlamanın zor olduğunu söyledim. Tanınmamış yazarın eserlerini okumazlar cebinden bastıracaksın dedim. Bunları söyleyince benim param yok bastıramam dedi.
Peki sen ne yazdın dedim. İÇİMDEKİLERİ dedi. Bunun üzerine kendisine Sefil Döndü’nün hikâyesini anlattım. Dedi ki ben de okula gidemedim, okul hasreti çektim, çektiğim çileler içimde kalmasın dedim sonradan kurslara katılıp okuma yazma öğrendim ve hatıralarımı kaleme aldım, bunu yayınlatmak istiyorum. “Anıdır” dedim ve bunları görseydim keşke diye ekledim. Yanımda flaş belleğim var bakmak istersen dedi.
Aldım bilgisayarıma taktım, şöyle bir sayfa sayısına baktım birkaç sayfalık anı. Okuyamadım ama bu kitap olmaz dedim. Üzüldüğünü fark ettim, gönlünü almaya çalıştım. İstersen bunu gazete ve dergilerde yayınlatırım dedim. Üzüntüsünü belli etmedi ama, ümidi kırılmış gibi oldu. İzin istedim hatıra yazısını bilgisayarıma kopyaladım.
Eser üzerine öylesine sohbet ettik. İçimdekiler saklı kalmasın dedim çektiğim çileleri yazdım diyordu. Onunla konuşurken okumam uygun olmazdı: Okuyunca seni arayım olur mu diye cevap verdim. Sadece üç- beş sayfalık bir anı olduğu için bir kitaplık içeriği dolduramayacağını ifade ettim. Üzüldü, beni yanıltmışlar çok kısa tut okuyan olmaz dediler ben de kısa yazmaya çalıştım diyordu.
Birkaç nasihatte bulunup gönlünü almaya çalıştım. İstersen hikâyeci dostlarım var bunu hikâyeleştireyim yayınlarız dedim. Yok, dedi kabul etmedi. Gazete ve dergide yayımlatmaya da sıcak bakmadı; müsaade istedi kalktı…
Onu uğurlayınca hikâyesini okudum. Hatıralarını, çektiği çileleri ve sıkıntıları dile getirmiş. Hikâyesi içimi acıttı. Bir baba, bir ağabey öz kızına- kardeşine bunları nasıl yapar diye içim içimi yedi. Hüzün bulutu ağıt gibi içime çöküverdi. Bu kez de ben üzülmüştüm, onu kırmış olabilirim diye hemen son aranan numarayı çevirdim.
Alo, dedim aynı ses cevap verdi. Bacım özür dilerim yazını- anılarını ve yaşadıklarını okudum, çok duygulandım dedim. Buyurun dedi. Demem o ki: Bundan böyle sen benim kardeşimsin, burada bir kardeşin var, bir ihtiyacın olursa, bir şeye ihtiyaç duyarsan ben buradayım, her zaman yardımcı olmaya hazırım dedim. Teşekkür edip telefonu kapattı.
İçim içimi yedi, öz baba, ağabey köle gibi çalıştırdıkları ve esir gibi kullandıkları canlarına sahip çıkmamışlar. Evlenmiş ama evlilikte de yüzü gülmemiş. Acılar- çileler üste gelip katmerleşmiş. Okul hasretiyle yanıp tutuşmuş. Okuma yazma kurslarına katılıp okuma ve yazmayı örgenince “İÇİNDEKİLERİ”  dışa vurmak istemiş. Şüphesiz ki, onun hayatı bir roman ama bu romanı bir yazar kaleme alabilir… Üzüldüm: Bu çağda- bu devirde halen bunlar yaşanıyor mu? Diye içim içimi yedi…Hikayesi içimi acıttı…