Bahar bir tek bizim köye gelirdi. Ya da ben öyle zannederdim. Dünyanın en güzel yeriydi bizim köy. O zamanlar her Yozgatlı çocuk kendi köyü için öyle düşünürdü herhalde. Yazı yaban yeşillenir, eriyen karların altından yeşil yeşil ekinler çıkardı göz alabildiğince.
İlk önce Gambır Köprünün altındaki söğütler yapraklanırdı. Edalı edalı sarkarlardı ki yerlere kadar. Kemik saplı bıçaklarla söğüt şıvgınları kesilir, düdük kavlatılırdı. Farklı uzunluklarda ayarlanınca düdükler çeşit çeşit sesler çıkarırdı.  Eli uz olan adamlar kalın şıvgınlar keserek üst üste dolamalı, borazanı andıran bir şekil verip, son gambığı iğde dikeniyle tutturur, uç kısmına hafif kalın bir düdük monte ederek datdatı kavlatırdı. Borazan gibi ses çıkarırdı. İkinci veya üçüncü sesindeki ritmik tekrar sinir bozduğundan susturulması için eşşekle başlayan bir küfür söylerlerdi. Bazıları düldülüş adında ağaç kısmına orantılı çentikler atarak kavlatılmıkş, yüksek sesle öten düdükler yaparlardı ki, sahip olmak için can atardık adeta.
Avini Emmi muazzam Gatır yapardı. “Emşerim gatır yapmah benim işim aminim” derdi. Birde alt ucuna “Cingan Gadâa” çakardı ki gatır ureleni ureleni bişekil dönerdi. Hele helede o gatır, çapıtı iyi bi gamçiyle Cırtılın Duvan'ın eline geçerse, Aleddinin Satılmış'ın gapının önündeki susada ne dönderirdi bilirmisiniz. Vınnnnnn, dızzzzzz ettirirdi boynunu buke buke… Her gamçi vuruşunda bi gazalırdı ki Duvan… Gıllı Paşa'nın Feyzullah, Lomenin İsmayil'in Cabbar, Kör Apılının Haceli, Gubüşün Saadetin Erkan, Dınılı İzetin Hidayet, Gıpılının Harun ve Guddusü'nün uşahların 7'şer, 8'er dene gatırları olurdu.
Osahmedin Ihsen'in kapının önünden Dottiri Zalha'nın bahçeye kadar susa gatır dönderen uşahlarla dolu olurdu. Sabah dananın, düvenin guşluk yeygisini verip, malları gordükten sonra, akşam samanına kadar gatır dönderilirdi. Kel Hasanın Cin Faruk, Benzadenin Etem ve Kose Veyisin Cemiş beni sürekli döverek gatırlarımı, düdüğümü alırlardı. “Babana dersen babanıda düverik aminim” derlerdi. Cenevar gibi uşahlar derdi köylü onlara. Bek şergadanlardı. Bizle dövüşmesin diye bir çok çocuk onlara oşuhculuk yapardı amma, ben zopa da yesem acik dikelirdim.
Komme çelik oynardık. Ebe olan çocuğun çeliği mümkün olduğunca kurallar çerçevesinde uzaklaştırılır, o süre içerisinde diğer çocuklar ebe çocuğun korumakla görevli olduğu çukuru gayretle derinleştirirlerdi. Oyun sonunda en derin çukur kiminse, taşla, toprakla, falan pekiştilerek yenilen çocuk ayaklarında o çukura gömülürdü.  O şekilde de bırakırlar herkes evine giderdi. Çıkamayanları babaları gelir çıkarırdı.
Eşşek saattirme yarışları yapardık. Genelde ben kazanırdım. En hızlı eşşek benim eşşekti. İt boğuştururduk. Hamidin Bahri'nin Gıbış ve Çolatemin İsmayil'in Çapar ve Gırnav Zabidin Bozzoğ köyün tüm itlerini buğardı. Sivri sivri tortları vardı namısız itlerin. Hotak oynardık. Yazı guverçini çektirirdik ev güvercinlerine. Alopal kuşları dönerdi tepemizde sürü sürü. Tavuklar yımırtlamaya bu aylarda başlardı. Şibilerde. Taze yımırtalarla ne dönderme yerdik vay anam vay… Öz sıra bodu heyetleri geçerdi gazalı gazalı. Eşşekler öyle guvvetli anırırdı ki gövdemiz sızılardı susana kadar.
Çiğdem kazımaya giderdik kalabalık gruplarla. Oğsüz oğlak, gatır dırnağı, güllü tapan falanda kazırdık. İlkindi üzeri aç suzuz köye geldiğimizde kuru ve geniş bir çalıya çiğdemleri heyecanla takar, elimize aldığımız yağ ilağançesi ve bulgur torbasıyla ev ev gezerdik. “Çiğdem çiğdem çiçecik” tekerlemesiyle doldururduk torbamızı bulgurla, ilağançemizi yağla… Mutluluğumuza mutluluk katmak isteyen her hangi bir ev, topladığımız malzemeyle bize pilav pişirirdi. Bol çiğdem soyar içine atardık. Bazı evler kuyruk yağı, bazı evler sızgıt verirdi bize. Etmiydi, kuyruk yağımıydı, açlığımızın ve gayretimizin sonunda pişen yemeğin kendisimiydi, yoksa muhabbet ve kaşık yarışımıydı o lezzet bilmiyorum ama, ömrümde başka bir lezzet tatmadım o çiğdem pilavları gibi.   İşte bu yüzden Yozgata giderken içim kıpır kıpır olur. Sabah Yozgat'a gideceğimiz belli olunca o gece sabaha kadar uyuyamam heyecandan. Annemin, babamın ruhu, çocukluk arkadaşlarımın vefası, dostluğu, neşesi, emmilerin, halaların, bibilerin, emelerin canı gönülden sevgi dolu bakışları, koyunların, kuzuların, buzağıların, eşeğin, köpeğin, ineğin, kedinin, güvercinlerin, tavukların melek gibi bakışları, sıcaklıkları çağırır beni Yozgat'a…
Koşarak gittiğim Yozgat'tan, hayal kırıklığı içinde yamularak geliyorum maalesef. Özler kirlenmiş, söğütler kurumuş, gatır dönderme, çiğdem gezdirme, eşşek saattirme, dattatdı gavlatma, ilk çağ kadar uzaklaşmış. Aynen mutluluk, neşe, arkadaşlık ve vefa gibi….