KAPININ koluna sıkıştırılan zarfı  görünce, elindeki poşetleri kapının önüne bıraktı. Davetiyeyi kapı kolundan alıp, poşetler içerisine yerleştirdi. Cebinden çıkarttığı anahtarı ile kapıyı açtı. Poşetleri içeriye taşıdı. Ayakkabısını çıkartıp, terliklerini giyindi. İlk işi kapı koluna bırakılan zarfı oturma odasındaki masanın üzerine bırakmak oldu. Sonrasında, girişteki poşetleri mutfağa taşıyıp, mutfak masasının kenarındaki sandalyelerden birisini çekip oturdu. Alnındaki teri sildi, derinden bir ohh çekti. Nefeslendi. Bir süre öyle oturdu. Ayaklarını dinlendirdi. Birden aklına bir süre önce vefat eden karısı Gülnaz geldi. ''Şimdi olsaydı, ne aldığımı sormadan poşetleri boşaltır, boşaltırken de sohranırdı. 'Ben sana demiyom mu! Alışveriş yapacaksan birlikte gidelim' diye kendi kendisine konuşurdu'' diye düşündü. ''Bende biliyorum ama olmuyor be gülüm'' diye kendi kendine konuşmaya başladı. ''Biliyorum, seninle gittiğimizde ihtiyaçları alıyoruz ama ihtiyaç bitmiyor ki. Ne istersen alıyoruz. Para yetmiyor, karta yükleniyoruz be gülüm. O nun için tek başıma alışverişi tercih ediyorum. Bütçem kadarını alıyorum, ıvır-zıvır da olsa'' diyerek, karşısında vefat eden eşi varmış gibi konuştuğunu fark ettiğinde, durdu, toparlandı. Sandalyeden kalktı, getirdiği poşetlerden bozulabilecek gıda maddelerini buzdolabına, kuru gıdaları tel dolabın içerisine istifledi...

SEVEREK EVLENMİŞTİ

Emekli öğretmen Ahmet bey, kendisi gibi öğretmen olan eşi Gülnaz ile Eğitim Enstitüsünde tanışıp, bir süre arkadaşlık ettikten sonra evlenmişti. Evliliklerinden dünyaya gelen oğluna 'Hikmet' adını vermişlerdi. Zira, eşinin hamilelik döneminde doktorlar kız olacağını söylemişler, kız çocuğuna göre tüm hazırlıklarını yapmışlardı. Ama bekledikleri gibi olmadı. Çamlığın eteğindeki Doğum Evi'nin mezarlıkları ve şehri gören camından dışarıya bakarken, sancılanan Gülnaz hanım, acilen doğumhaneye alınmış, nurtopu gibi bir erkek çocuğu olduğu müjdesini ebe kapı önünde bekleyen Ahmet beye ilettiğinde, hiç de kısa sayılmayacak bir şaşkınlık dönemi yaşanmıştı. Kendisini toparlayan Ahmet bey, ''Bir yanlışlık olmalı!'' diyebildi. Şaşıran bu kez müjdeyi veren ebe oldu. Bir süre durdu, ''Nasıl yani?'' diye karşılık verdi. Ahmet bey, ''Bize kız olacak denmişti, erkek deyince şaşırdım, eminmisiniz bir daha baksanız'' diye ebeyi yönlendirdi. Kafası karışan ebe tekrar doğum odasına girdi. Hemşireler, yeni doğan bebeği yıkamışlar, göbek bağını kesip kuvez içerisine koyduktan sonra, anneyi odasına götürmeye hazırlanıyorlardı. Ebe, kuvezde yatan çocuğa baktı, sonra tekrar hızla dışarı çıkıp, heyecanla bekleyen Ahmet beye ''Beyefendi, tekrar baktım çocuğunuz erkek. Bugün ilk ve tek doğum. Üstelik henüz doğumhaneden anne de bebekte çıkmadı. O yüzden karışmış olma ihtimali de yok'' diyerek, Ahmet beyi ikna etmeye çalıştı. İşte bu nedenle, Ahmet bey eşi Gülnaz ile kafa kafaya verip, ''Allah'ın Hikmeti. Biz kız beklerken, erkek çocuğumuz oldu'' dediler ve çocuğa 'Hikmet' ismini vermeyi uygun buldular.

EMANETİMİ UNUTMA!..

Ahmet bey, oturma odasına geçti. Televizyonu açtı. Sigarasını yakıp, kanepeye yerleşti. Televizyon kanallarında iki tur attı. ''Bir şey yok, her gün aynı terane'' diyerek yerinden doğrulurken, masanın üzerine bıraktığı zarf gözüne ilişti. Kalkıp, zarfı aldı, yerine doğru ilerlerken, zarfın içerisindeki düğün davetiyesini çıkarttı. Okumaya başladı, tekrar kanepeye yerleşti. ''Niyazi Bey, küçük oğlanı da evlendirmiş, hayırlı olsun, Allah bir yastıkta, mutlu mesut etsin'' diyerek söylendi. Davetiyenin düğün tarihi ve adresinin yer aldığı bölüme göz gezdirip, okumaya başladı. ''Daha 20 gün var, bir yere not edeyim de unutmayayım'' diye düşündü. Yerinden kalkmaya üşendi. Bitmek üzere olan sigarasından bir fırt daha çekti, dumanı havaya üfledi. Sigarasını tabla içerisine bastırarak söndürdü. Elindeki düğün davetiyesine tekrar döndü. El yazısı ile yazılmış notu gördü. Biraz eğri-büğrü yazıyı okumaya çalıştı. Aslında okuyabilmişti ama inanmak istemedi. ''Emanetimi unutmayınız? Sizin düğünde oğlunuza çeyrek altın takmıştık'' yazısını yüksek sesle, birden fazla okudu. Durdu düşündü. Cep telefonunu çıkarttı. Küçük altının fiyatına baktı. 655 lira olduğunu görünce hayıflandı. ''Ulan'' dedi, ''Ulan, ben oğlanın düğününü yaptığımda küçük altının tanesi 70 liraydı. Şimdi 655 lira. Benim emekli maaşımın neredeyse yarısı'' diyerek tepki verdi. Sonra düşündü, almaktan başka çaresinin olmadığına karar verirken, nereden nasıl bulacaktı bu parayı. ''Gitmesem olmaz, gidip takmasam yine olmaz'' diye içinden geçirdi, ''Aslında olur ama bu adam davetiyenin altına not düşecek kadar küçülmüş ise bize de büyüklük düşer. Yoksa ciddi sıkıntı çıkar, vallahi mahkemeye bile verir'' diye söylendi...

KAPI ÇALDI...

Yerinden kalktı. Mutfağa yönelecekti ki kapının ziyi çaldı. Kapıyı açtı, torunu ile gelini kapıda belirdi. Torununu kucaklayıp, kucağına alarak, yanaklarından öptü. ''Gir kızım içeri'' diyerek, gelinini de içeriye davet ederken, torunu ile birlikte mutfağa yöneldi. Gelini, içeriye girdi. Peşinden Hikmet'te kapıda belirli. Ahmet bey, oğlu ile komşuydu. Daha doğrusu kendi evinin bitişiğindeki evi de oğluna almışlardı. O yüzden, gelini, oğlu ve torunu hergün uğrayıp, birlikte akşam yemeğini yiyorlarlardı. Sıradan bir gündü...