Dere kenarında suyun başında
Kim bilir bilinmez kaç yüz yaşında
Nice hatıralar saklı taşında
Döndükçe maziye götürür beni

Yıkılmış bentleri bozulmuş arkı
Kesilmiş suları dönmüyor çarkı
Şimdi viraneden kalmamış farkı
Baktıkça maziye götürür beni

Ambarı abarası yere serilmiş
Kırılmış kötürge yana devrilmiş
Unluk kaderine küsmüş darılmış
Sitemi maziye götürür beni

Yeşermez söğütler artık kurumuş
Ötmüyor serçeler kalbi kırılmış
Ağlıyor domuzluk ota sarılmış
Ahvali maziye götürür beni

Gayrı çakıldağın gelmiyor sesi
Yanmıyor ocaklık yoktur neşesi
Burnumda tütüyor çıranın isi
Kokusu maziye götürür beni

Dambaşı çökmüş loğu yarılmış
Baltacık paslanmış mili dağılmış
Çekiç tarak bitkin düşmüş yorulmuş
İzleri maziye götürür beni

Zamanın rüzgârı pek deli esmiş
Değirmenci dayı umudu kesmiş
Kapatmış kapıyı kilidi asmış
Sözleri maziye götürür beni

Ozan Yüksel eski defter kapanmış
Çürümüş teknesi sepet kurtlanmış
Ne bozlak ne seklem ne haral kalmış
Her bir şey maziye götürür beni

DÖRTLÜKLERİ OKURKEN BEN DE ŞÖYLE SAYIKLADIM – Şahin Güvenç
Suyu yönetmeye başladıklarından beri yaptıkları en güzel şeylerden biridir değirmenler.
Dere kıyılarında suyun başında kurulmuş, nice hatıraları içine doldurmuş saklayan o değirmenler. Şimdi yoklar. Onları bilen son kuşakların belleklerindeler artık. Anımsadıkça maziye nasıl götürmesinler seni? 
İçlerinde alabalıklar dolaşır ipilderdi, şimdi yıkılmış o bentler. Kurdun kuşun, börtü böceğin su içtiği; bağ, bahçe, bostanların sulandığı arklarıysa bozulmuş. O yüzden sular kesik; çark durgun, çark sessiz; dönmez olmuş. Bu olmayınca da olanlar olmuş, oralar virane olmuş. Görünce dalar kalırsın. Baktıkça maziye nasıl götürmesinler seni?
“Ambarı, abarası yere serilmiş” derken kimin içi sızlamaz ki! Ya çarka, taşa ayar veren kötürgenin yana devrilişini görmek? Bu kime dokunmaz ki? Sonra bomboş kalan unluk da var: “Kaderine küsmüş darılmış.” Sitem ediyor. Duydukça maziye nasıl götürmesin seni?
Değirmen olan yerlerin en güzellerindendirler; söğütler. Değirmenler olmayınca onlar ne yapsın? Onlar da olmaz; yeşermezler artık, kuruyup giderler.
Konacak, ötecek dalları olmayınca kırılmaz mı kalpleri serçelerin? Gelirler mi, öterler mi bir daha? Onlar da olmayanlardan olur, gelmez olurlar. Daha da besbelli olur yerleri, daha da ıssızlaşır oralar.
Ya suyun gürül gürül gelip çarkı döndürdükten sonra çıkıp gittiği o yer; domuzluk? Onu da otlar bağlamış. Onun ahvali alıp maziye nasıl götürmesin seni?
Çakıldak mı, sesi mi? Değirmeni görmeden sesini duyarsın. İşte o ses çakıldağın sesidir. O ses olmayınca, o ses gelmeyince neye yarar? Bomboş olur, bomboş kalır oralar.
Yanıp duran ocak da sönmüş. Olmaz doğal olarak, neşe mi kalır? Küllerinde değirmen çöreği pişmeyecek artık. Ekmeğin tadının en güzel olduğu anlar olmayacak.
Değirmenleri aydınlatan çıralar tütmeyince böyle oluyor, burunda tütüyorlar. Buram buram kokuları geliyor. Onlar da alıp nasıl maziye götürmesinler seni?
Sonra sıra oraya gelir. Bakılmaz, yoklanmaz, loğu çekilmez olunca dambaşı çöker. Bu da değirmenlerin bütünüyle çöküp gidişidir.
Baltacık bir demir. İşlediği günlerde ışıl ışıldı. Ya şimdi… Paslanır doğal olarak. Mil de öyle… Bakılmayınca, onarılmayınca, yenilenmeyince yenilir; çürür gider. 
Çekiç tarak da öyle işte. Çalışmayınca, uğraşmayınca, un öğütmeyince bitkin düşüyor, yoruluyorlar. Kendileri belleklerde, izleri yerlerde kalmış. O izler alıp maziye nasıl götürmesinler seni?

Öyle, zamanın rüzgârıdır deli eser
Eser de mümkününü, çarelerini keser
Değirmenci dayı da umudu keser
Kapatır kapıyı kilidi asar
Söylenir, sözleri alıp maziye
nasıl götürmesinler seni

Ozan Yüksel kapanan o deftere böyle bir defter açmış
Çürüyen tekneye, kurtlanan sepete bakmış
Gözleri bozlakları, seklemleri, haralları ararmış
Her bir şeyi alıp maziye nasıl götürmesin seni?
Yüreğine, diline, eline sağlık Yüksel Koç. Var ol, çok yaşa, sağ ol.