Osman bir oda bir aradan oluşan toprak bir dam evinde ihtiyar annesi ve babası ile birlikte yaşayan fakir ve hayalleri olan bir gençti. 17 dönüm tarlaları ve 1 inekleri vardı. Ordan çıkan yaklaşık 200 şinik buğdayla geçiniyorlardı.
Tabii ki köy şartlarında pek itibarı olmayan fakir ve zavallı bir gençti. Evlenmek istese bu ekonomik ve sosyal konum nedeniyle bir eş bulmakta oldukça zorlanır, düğün düzgün edecek takat bulamazdı kendinde..
Gezici bir panayır gelmiş, içinde bayanlarında çalıştığı şans oyunları, gösteriler vs. gibi etkinlikler yapıyorlardı. Perşembe pazarına yılda bir veya iki kez gidebilen Osman o gün buğday satmak için gitmişti. Arkadaşlarının ısrarını kıramayarak panayıra geldiler.
Her taraf cümbüş, zevk ve eğlence doluydu. Ordan oraya, ordan oraya gezerken, halka atıp sigara kazanma standına geldiler. Kırmızı pantolonlu, uzun saçlı, 16-17 yaşlarında alımlı bir kız halka dağıtıyor ve müşterilerin oynaması için hadi, hadi diye bağırıyordu.. Osman kıza hayranlıkla baktı. Çünkü bu kadar alımlı, bu kadar güzel ve kendine güvenen bir kız görmemişti.
Üstünden başından utandı. Yinede sağını solunu düzeltti. Kız işini iyi yapan bir profesyoneldi. Mahcup gençlere uzattığı her halkayı satıyor ve standına iyi paralar kazandırıyordu. Osman’ın  mahcup hali kızın ilgisini çekti ve Osman’a yöneldi.
-    Hadi bakalım yakışıklı bey sende at bakalım.
Osman böyle bir iltifatı, böyle bir güzel kızdan ilk defa duyuyordu. Bir anda içine ılık ılık bir şeyler aktı. Heyecanlandı, şirin gözükmeye çalıştı, şimardı ve hemen buğday satıp kazandığı 13.000 TL’linin 1.500 TL’sını vererek 6 halka aldı ve sigaraların üstüne atmaya başladı.
Olmadı bir daha, olmadı bir daha.. para tükendi. Köye gelmişti Osman .. Anası yağ ve tuz istemişti. Onları da almadığını ve paranın hesabını veremediği için saatlerce azar işitti.
Akşam yatağına uzanmıştı Osman.. Derin bir birinci sigarası çekti içine.. Hala o kızın yakışıklı diye yüzüne güleç yüzlerle baktığı gözünün önündeydi. Gece geç saatlere kadar düşündü, düşündü uyuyamadı. Sabah erkenden köyden Sorguna giden traktörlerden birine atladı ve soluğu yine panayırın önünde almıştı. Mavi pantalonunu giydi, dallama kazağını giydi ve altı delikti ama olsun soğukkuyu değil diye ıskarpınlarını çıkardı giydi. Görüntüsünün iyi olduğundan emindi. Cepte beş kuruş yoktu.. Yine o standa geldi. Dün adını öğrenmişti onun Simla’ydı adı.
-    Nasılsın Simla … dedi. Mahcup ama kendinden emin bir ifadeyle..
-    İyiyim yakışıklı sen nasılsın..
-    Eh.. bizde iyiyik çoh şükür .. dedi..
Hadi bakalım hadi diyerek diğer insanların üzerine doğru yürüdü Simla.. Osman oralarda saatlerce dolandı. Akşam köyüne gidecek her araba paralı olduğundan, tanıdık da bir traktör bulamadığından tabana kuvvet 17 kilometreyi yürüyerek geldi. Yine düşünüyordu Osman ..
Düşündü.. düşündü.. Kara sevdaya yakalanmıştı. Günlerce yaya yürümek ve onu düşünmekle geçmişti zamanı. Kalbi çarpıyordu. O kızın başkalarıyla konuşmasını kıskanıyor, ama elinden bir şey gelmiyordu. Hatta köyünden Celal’la o kızın yüzünden kavga bile etmişti.
Bir sabah Osman yine Sorgun’a gittiğinde o panayırın başka bir yere gittiğini öğrendi. Yüreğinde kocaman bir yara açıldı. Karşılıksız, habersiz bir sevdaydı bu. Anadolu insanının yufka yüreğinin göstergesi, temiz kalbinin ızdırabıydı bu çektikleri.
Günlerce mavi pantolonu, dallama kazağı, altı delik ıskarpın ayakkabıları ile gezdi. Hergün yine düzenli saçlarını tarıyor, unutkan ve durgun görüntüsüyle mecnun gibi dolanıyordu. Gönül işte.. Konduğu yere bak.. Sanki okyanusta bir ada.. Hiç olacak gibi bir iş değildi.. Boşu boşuna bir tutkuydu. Sanki bizim hiçbir taviz vermeden üyesi olmayı düşlediğimiz Avrupa Birliği gibi…
Allah yardımcın olsun Osmanım…