YALNIZLIĞIN tarifini yapmaya kalkışsam; 'Binbir özenle demlediğim çayı fincana doldurduktan sonra, dalıp gitmek, fincandan bir yudum aldığımda çayın soğuduğunu anlmak gibidir' diye özetleyebilirim. 
Öyledir işte yalnızlık. Biriktirirsin, düşündüklerini, tepkilerini, sevinçlerini. Korkarsın dışa vurmaktan. 'Korkunun ecele faydası yoktur' sözünü dilinden düşürmezsin halbuki. Korkun, sana bir şey olacak olmasından değil, onca densiz arasında seninde kaybolacak olmandan... 
Yaşadığımız dünya, yeni dünya düzeni işte böyle. Düşüneceksin, içine atacaksın. Göreceksin, görmezden geleceksin. Söyleyeceksin, dinleyeni bulamayacaksın. Verirsen tepki, sonucuna katlanacaksın. İşte bunun adıdır yalnızlık...
Bireysel düşünüp, bireysel hareket eden, düşüncelerini kendi kendinle paylaştığın bir dünya düzenine koşar adım gidiyoruz. O yüzden uçurumun kenarına geldiğimizde, sonumuzun da geldiği varsayımı ile hareket edip, kendimizi boşluğa bırakıyoruz, düşünmeden...
Uçurumun kenarına gelip, sıkıştığımızda, halen yaşadığımızı düşünerek hareket etmiş olabilsek, kurtulma ümidiyle kendimizi boşluğa bırakmış olsak. Düşerken bir ağacın bizi ölümden kurtardığına şahit olabiliriz. Veya, uçurumun dibinde akan bir su içerisinde kendimizi bulabiliriz...
Ama tersini yapıyoruz. O yüzden uçurumdan düşerken bizi ölümden kurtarabilecek ağacı göremiyoruz. Uçurumun dibinden geçen suya tepe üzeri inip, beynimizi parçalıyoruz. 
Fazla değil, biraz düşünebilsek, az biraz çırpınıp, mücadele verebilsek, bizi bekleyenin sonumuz olmasını, kaderimiz olmasını da engelleyebiliriz. 
Ne dersiniz?...