Son yıllarda görüntü ve davranışlarıyla Türk kültüründen uzak, Avrupa kültürünü kopya etmeye çalışan, ne onu beceren, ne de diğerinden kabul gören iki arada bir derede kalmış kendilerine sanatçı diyen sevimsiz şahıslarla karşılaşıyoruz.
Asırlardır geleneklerimizden, törelerimizden doğmuş, kültürümüzle yoğrulmuş, çilenin, analığın, sevgilinin, yokluk ve sefaletin betimlendiği türkülerimizi ilginç kıyafet ve tıraş modelleriyle, dans mıdır, tepinmemidir bir figürle farklı farklı yorumlayarak söyleyip adeta çirkinleştiren ala bula renklerde zibidiler izliyoruz.
Onların da sevenleri olacaktır tabiki. Ama benim suçum nedir ki yıllardır beğenerek dinlediğim müzikleri ne olduğu meçhul soytarıvari bir edayla söylüyorlar.  Muzaffer SARISÖZEN’in, Nida TÜFEKÇİ’nin, Musa EROĞLU’nun, Neşet ERTAŞ’ın vs. değerlerin binbir zahmetle ürettikleri türküleri veya sahibi belli olmayan anonim halk türkülerimizi leş kargaları gibi üşüşerek paramparça ediyorlar.
Çamlığın başında tüter bir tütün, hastane önünde incir ağacı gibi bizim Yozgat türkülerine de dokunurlarsa yanarım. Her dizesi kahır dolu, her satırı çile saklı, dertlerin doğasında çıkmış, yaşanmış bu kültürümüze lütfen sahip çıkalım.
Milli ve manevi değerlerimize saldırgan yaklaşan ortalık zibidilerinden kültürümüzü de koruyalım.
Eli nasırlı, üstü toprak kokan, yediği lokmasının hepsi helal atalarımızın ürünlerini edebiyat hırsızlarından koruyup, manevi tahtlarından indirmeyelim.
Bırakın o duman yüreğimizi yakan bir acıklı olayın türküleşmiş destanının nişanesi olarak çamlığın başında tütsün, her türkümüz, şiirimiz, mizahlarımız yerel kültür olarak saygı görsün, arabaşı gibi sadece bizde kalsın.
Saygılarımla…