AĞIZIMIZ açılıp, kalemi elimize aldığımızda, 'dilin kemiği yok!' deyip, sivil toplum örgütlerini yerden yere vuruyoruz. Sivil Toplum Örgütleri'nin görevlerini yapmadığını, sorumluluklarını yerine getirmediğinden dem vuruyoruz. Doğru tarafları var mı? Elbette çok var. Ama suçlu sadece onlar mı? Elbette hayır...     
Sivil toplum kuruluşlarının yaptırım gücü bulunmuyor. Sadece kamuoyunu oluşturma adına çalışmalar yapıyor. İlgili kurum, kuruluş üzerinde baskı kurmak suretiyle sorunun çözümlenmesini sağlamak için mücadele veriyor. Son yıllarda bu mücadeleden de vazgeçildi. Zira, herhangi bir kurumun 'yanlış bir çalışma' veya 'uygulama yaptığını' söyleyip, dillendirmeye başladığı an devreye siyasi/ideolojik kavramlar sokuluyor. Sivil toplum örgütü 'töhmet altında' bırakılmaya çalışılıyor...
Yozgat'ta asıl sorun bürokraside. İstisnalar kaideyi bozmaz. Ancak, musluğun başında bulunan bir çok bürokrat, proje üretmek, kendi kurumuyla ilgili 'halka en iyi hizmeti nasıl sunabileceği' konusunda çalışmalar yapmak yerine, makama gelmesine vesile olanlara şirin görünmek gibi bir yükümlülük altına girip, bu yönde efor sarediyor...
Diğer bir grup da, rahatının kaçırılmaması konusunda oldukça titiz bir çalışma yapmayı tercih ediyor. Örnek vermek gerekir ise; Yozgat'a bir hizmet gelecek, buna bağlı yapılacak yatırım kurum amirinin rahatını bozacak ise, yapılmaması için her yolu deniyor. Yapılmaktan başka bir çare yoksa, o zaman 'bu kadar büyük olmasına gerek yok, Yozgat'ın eti ne budu ne? Projeyi küçültelim' mantığını devreye sokuyor... 
Yapılan yatırım küçük olursa, Yozgat'a hitap ediyor, büyük olursa hem Türkiye'ye hem de Yozgat'a hitap ediyor. Tercih birincisinden yana kullanılıyor...