Rahmetlik anamla ben yatmadan önce yuha ekmek kırıntılarını bir  ilağançeye alarak ahıra gider, goşmada asılı sekiyi indirerek ekmeği ineğe verdikten sonra guşşeneye sütünü sağardık. Ahırın köşesine gerilmiş düvenin iç tarafında buzağılar kuzular olurdu ki sürekli annelerinin yanına gelebilmek için düvenin üstünden zıplamaya yeltenirlerdi. Neyse süt sağıldıktan sonra buzağının hakkıda bırakılır, annesiyle emiştirilirdi. Gece buzağıyı eşek falan tepmesin, diğer danalar falan kakmasın diye tekrar düven gerili kuzuluk denen bölümün içine koyar evimize gelirdik.
Sabah avluyu süpüren annemin sesiyle uyanırdım. “Lifaat!... sığırı sür oğlum..” derdi. Sığır sürmek benim için bir keyifti. Hemen palaz pantıraz üstümü giyer, ahıra inerdim. Üstümüz de ney, uçgurlu bi gadife pantul, yamalıklı, yakasız bi goynek ve çorap nedir bilmediğim kirden kermelenmiş kapkara ayaklarımla giydiğim soğukkuyu ayakkabı. Hemen bunları bir dakika içinde giydikten sonra inekleri, danaları yularlarından kurtarır ve sığıra sürerdim. Kapının önünden sığıra sürülmek için giden ineklerin ve bizim ineklerin pisliklerini anam duvara yapma yapıştırırdı. O zamanlar köyde ne kadar duvar var hepsi yapmalarla doluydu. Yapma duvara yapıştırılarak çabuk kuruyan ve her gün ocaklarda yemek pişirmede yakmak için kullanılan tezek çeşidiydi. Yapma, tezek, kemre bu yakıtın çeşitleriydi.
Sığır genellikle Kose Veyis’in, Gocekâ’nin Hasan’ın, Cırtıl’ın damlarının ardındaki harmanlara birikirdi. O zamanlar sığırı hep benim kadar çocuklar sürerdi. Sığır biriken mekanlar o kadar kalabalık olur du ki, herkes orda ayaküstü muhabbetleri yapar, şunun  inek daha tavlı, şunun düve oğursemiş, şunun dana tabak olmuş, falanın ineğa buğalek dutmuş, falan gibi edebiyatlar yapardı. Biz çocuklarda bizim inek sizin ineği kaçırır, bizim tosun sizin tosunu geberdir, bizim eşşek sizin eşşeği geçer vs. gibi laflar yarıştırırdık. Kel Hasanın Cin Faruk bizim tosun babanızı bile gaçırır derdi bize. Çok kızardık. 
Sığır yaklaşık yarım saat 45 dakika gibi bir sürede birikirdi. Geç kalanlar sığırlarını guvalayı guvalayı sürüye yetiştirirdi. Sığırcı  köyün meralarında akşama kadar yayar, hava kararmadan köye tekrar getirirdi. Sığır sürüsü köye ulaştığında en önde sürekli eşekler gelirdi. Buzağısı olan inekler de höğüre höğüre panik ve heyecanla evlerine koşarak gelirlerdi. Çok duygusal bir sahneydi. İnekleri zaptedemezdik. Sürekli buzağıdan yana gitmek ister, buzağıda sürekli düvenden hoplayarak annesine ulaşmak isterdi. Akşamın o saatleri höğürtüden, meleşmeden çığlık çığlık olur, herkes koyun-kuzu, inek-buzağı karşılaşma sahnesini heyecanla beklerdi. 
Ne güzel günler, ne duygusal ortamlar, ne keyifli zamanlar vardı o günlerde bilirmisiniz. Günün güzelliğine muhabbet ve özgürlükte eklenince tadından yenmiyordu mutluluklar…..