Onlar çok cimri gardaşım, üzümdemi satılırmış, terazi gıçı yalayanlar misafir severmi heç” diye muhalif dedikodulara konu edilirdi. Hatta taraftarı çok olan bu dedikodularla boş lafların çok mesai harcadığı ucbe mekanlarda farklı komediler de üretilirdi. Şahmuratlıların bağlarının üstünden geçen kargaları üzümleri yemesin diye Şefaatli'ye kadar kovaladıkları hicvedilirdi. 
    O zamanlar köylerdeki bağlardan eşeklerin üzerine atılan tohum heybelerinin gözlerine yerleştirilen helke, gazyağ tenekesi, gufa, sepet vs. gibi kaplara üst üste istiflenerek evlere getirilirdi. Bu yüzden toplanılan üzümler bağdan köye gelene kadar ezilip, şif olurdu. Salkımları koparırken görülen cazibe, yerken aynı iştahı vermiyordu. Çünkü ya ezilmiş, ya da yıpranmış oluyordu. Şahmuratlı köylüleri üzümleri daha akıllı muhafaza ediyor, ağaç kasa düzeneğini kullanıyorlardı. Çünkü kasa yayvan bir zemin muhafaza ettiğinden, en fazla iki salkım üzüm üst üste gelebiliyordu. At arabaları ve kağnılarla Sorgun şehir merkezine ulaştırıyorlar, eski hal veya sokak aralarında satıyorlardı. Bağda bulunan diriliği en az 10 gün muhafaza edebiliyorlardı. Onları  kıskançlık ve cimrilikle suçlayanlar genelde beceriksiz ve bilinçsiz rençberlerdi. Aynı zahmeti, fazlasıyla çalışarak daha geniş mekanlarda üzüm üreten diğer köylüler, bağ bozumu sonunda sıfır sıfır elde var sıfır derken, Şahmuratlılar en azından bir kış boyu yetecek zahire, çocukların okul giderleri, üst-baş görme ve Perşembe pazarından nevale ihtiyaçlarını karşılayabiliyorlardı.
    Evlenme çağına gelmiş delikanlılara çalışkanlıkları, sadakatları, dürüstlük ve rekabetçi özelliklerinden dolayı Şahmuratlı köyünden evlenmeleri önerilir, Şahmuratlılılar da diğer köyleri tembellik, çalışkanlık, dindarlık ve zenginliklerine göre elemeye tutarlardı.
 Ben bu elemeleri başarıyla geçtim ve Hacı Hoca'nın kızı Hikmet Hanım'la evlendim.
    Şahmuratlı köyünden geçerken kadife pantolonlu, lastik ayakkabılı, kolsuz suveterli boyunları açık, yanakları kırmızı, dişleri sarı, tombul yüzlü cin gibi bakan çocuklar görürdük. Ellerinde kelek, üzüm, bostan, şemşamer olurdu hep.  Babalarımız bize bah oğlum heç boş duruyolarmı, sürekli yiyolar, onlar tosun gibi siz gendinize bahmıyonuz” derlerdi.
    Ama maalisef uyuyan ziraatçilerimizin kronikleşene kadar farkına varamadığı bağ hastalıkları yüzünden bu güzel köyde özelliklerini kaybetme noktasına geldi. Köylüler nazar değdi desede bilimsel bir çalışma, toprak analizi ve tedavisi henüz yapılmış değil. Bereket ve bolluğun dağ eteklerinden sofralara fışkırdığı, ağzı dualı nur yüzlü ihtiyarların saygılı ve edepli nesiller yetiştirdiği, huzur kokan sokaklarında boş insanın dolaşmadığı bu güzide köy görenleri hayal kırıklığına uğratıyor. Yıkık evler, çaresiz ihtiyarlar, kurumuş bağlar, küçülmüş bostanlar azalmış sağanlar nedeniyle fakirliğin pençesine düşmüş, kurtuluş umudu arıyor.  
    Taş duvarlı çatılı evlerin, gül üzümlü bağların, sıcak ve dost canlı değerlerin, has arkadaşların gönüldaş ailelerin onurlu, yiğit ve çalışkan insanları barındıran cennet Şahmuratlı Köyüne köylüsüne sonsuz saygı ve muhabbetlerimi ileterek geçmişlerine rahmet, geleceklerine sağlık ve uzun ömürler diliyorum.