O sene ekinleri dolu vurmuştu. Kıt kanaat geçindiğimiz tarlalarımızdan hiç bir ürün alamayınca babam yorganını sırtlanarak Kırşehir’e amelelik yapmaya gitmişti. Evde bir ala düvemiz ile bir de gara tosunumuz vardı. Sağmal malımız da yoktu. Katıksız kaldık.  Kazım çavuşun Zabittten aldığımız 10 çinik buğdaydan başka unluğumuz yoktu. Büyük bir ihtimal gara tosunu satmak zorundaydık. Ben o zamanlar 8 yaşındaydım. Geçen sene Ankaraya gittiğimizde dayım bana kahvehanenin birinden bir gazoz almıştı. Hala tadı damağımda. Hayatımda gazoz adında bir içecek ne duyduydum ne gördüydüm. Bizim köyde bir tek Cırtıl’ın bakkal var orda da büsküvi ve lokumdan başka çocuklara göre hiç bir şey yoktu. Onlardan elime geçse başka bir şey istemezdim. İşte o gazozu içene kadar.  O günden bu güne hep hayalini kuruyor, getirebilecek güçteki akrabalarımıza da gerek annem gerekse ben duyuruyorduk. Ama kimse bana gazoz getirmiyordu. 
Babamdan haber geldi. 23 gündür çalışıyormuş. Parasını 15 gün sonra alacakmış. İbişin Memmed de gelirken getirecekmiş. Hatta Babam daha da çalışacakmış. Bu durum annemi sevindirdi. Yalnız babam mektubunda gara tosunu Perşembe Pazarında satın diyordu. Annem bana dönerek,
-Gurban olduğum Perşembe günü sana söz bir Allah bir gazoz alacağım. dedi. Perşembe günü gelmiyor yahu bir türlü. Köyde duyurmadığım arkadaşım kalmadı. İçince genittirdiğini, boğazı birşekil ettiğini, tadının ne kaymakta, ne balda, ne ette olduğunu, alamet birşey olduğunu anlatı anlatı bitiremedim. Gerçektende hayatımda yalnızca bir tane gazoz içmiştim.
Çarşamba gecesini defalarca uyanarak Perşembeye bağlamıştık.  Sabah olunca Kaşiflerin moturuna gara tosunu attık ve doğru Sorgun’un yolunu tuttuk. Annemin bir gri çizgili atkısı vardı. Moturun vagunatında benide içine sararak kucaklayıp, vagunatın bir kenarına büzüldük. Hava soğuk, vagunatta bizim tosunla birlikte bir inek ve beş koyun daha var. Erkeklerinde vagunatta olması yüzünden annem arkasına bakmadan beni kucaklıyor ve sık sık tosuna bahar ol diye bana tembihte bulunuyordu. Bende tosuna bakıyor ve en iyi bizim tosun duruyor diye anneme serincelik veriyordum.
Yazlağın altındaki caminin önünde indik. Tosunu da alarak annem önde ben arkada mal pazarının yolunu tuttuk. Mahşeri bir kalabalık. Her taraf hayvan ve insanlarla dolu. Seyyar köfteciler sucuk kızartıyor, sucukların cızırtısı içimi bir acayip ediyordu. Annem de yutkunuyordu. Ama çar çur edecek paramız yoktu. Perişandık. Evde tüp bitmiş, unluk kalmamış, kapıdan gelene ikram etmek için ne çay var, ne şeker, ne de bardak var. Tuz da kalmamıştı. Yağ ve salça iki aydan beri yoktu. Bizim kızın düğüne düzgüne gidecek bir tane fistanı yoktu. Koskoca yetişik kızdı.  Benim ayakkabıya annem çapıttan yamalık vurmuştu. Annemde hastaydı ama ilaca iğneye para sırasının gelmesine imkan yoktu.
Ulan namısız sucukcuda hep bizim bulunduğumuz yerlere geliyordu. Hadin 5 lira, 5 lira, yarım ekmeğe 5 lira gel gelll...
Tosuna 4.000 lira veriyorlardı. Annem 6.000’den aşağı olmaz diyordu.  Bense iyice sıkılmıştım. Saat sabah 5’te geldik, öğlenin 11’i daha tosun satacağız. Gevrekli adamın biri 4250 lira verdide anam vermedi.  İçimden tek 3.500’e bile verse de şu gazozumu alsam diye sinirlenmeye başlamıştım. Artık tahammülüm kalmamıştı. Müşterilerde azalmaya başlamıştı. Anneme sık sık kızmaya başladım. Ağladım. Acıktım, hadisene çabuk satsana diye sıkıntı vermeye başladım. Annem ilk olarak sevecen durduruyordu beni ama sonradan sonraya kızmaya daha sonra da dövmeye başladı beni. 
-Baba yiyesice senin yüzünden bedavamı verek goca tosunu, acımızdan mı ölek kafir...
  diye kızıyordu. Benim mızmızlanmam ise iyice onu çileden çıkarmıştı. Pendiryemezli bir adam geldi.
- Gaç para bacılıh bu tosun?
- 6.000 lira diyoh gardaşım.
- Devemi satıyon bacım, bu etse etse 2500. 3.000 arası eder.
- Norek gardaşım biz de 6.000 diyoh buna.
Adamın gözünden kaçmamıştı benim huysuzluğum. Sıkıldığımı anlamıştı.
-Ben bu tosuna helalinden 3.000 lira veririrm.
diyerek sonucu bekledi. Annem
-- Iııh..
dedi ve adam gitti. Temelli kudurmuştum ben. Cinni gibi hareket etmeye başladım.
-Almıyolar işte almıyolar. Ne duruyon hadi gideksene.
 - Lan dursene, beni niye ezalıyon?
Hiç anlamıyordum annemin halinden. Biraz daha cinnileştim ve bir posta daha dayak yedim. Dağ tepe gidiyordum. Annem bir gözüyle beni arıyor, bir gözüyle tosun kaçmasın diye iki arada bir derede kalmıştı. Tosunu ardan oraya, ordan oraya gezdirip bana yakın olmaya çalışıyordu. Bende hiç halden anlayacak kapasite yoktu. Mal pazarının dışına çıktım gidiyordum. Ama bunu yaparken kesinlikle annemle bağlantıyı koparma niyetim yoktu. Annem arkamdan bağırıyordu..
-- Lifaaat gurban olduğum gel sana sucuh alıyımda ye..
-- Yaaa ben orıya geliyimde beni dut iyice bi döğ daalmi?
- Vallaha doğmüyecaam gurban olduğum bah iki dene ikibuçuhliram var gel sana sucuh alıyım.
Alamazdı. Bunu en iyi ben biliyordum. Bir sürü derdimiz vardı. Nasıl sucuk alırda yerdim. Bana yalan konuşuyor diyerek mal pazarından uzaklaşmaya başladım. Annem tosunu çekiştiriyordu. Tosunda huysuzlanmaya başlamıştı.  Kışlalı bir adamın tosunu bizim tosuna toslayınca bizim tosun annemin elinden sıyrıldı ve Sorgun caddelerine doğru kaçmaya başladı. Annem hem yaşlı hem hasta biriydi. Nefes darlığı da vardı. Zayıf ve çelimsizdi. On adımda bir ellerini bellerine ters kor ve derinden bir Huff der dururdu. Bizlerde çelimsizdik. Bizi kimse döğmesin diye sık sık yoklar kimseyle dövüşmememiz konusunda sık sık uyarırdı. Herkesten bu çocuklar  nasıl hallanır (şişmanlar) diye akıl danışırdı. Eline ne geçerse geçsin bize yediridi. Aşırı bir fedakarlığı vardı. Defalarca bizi öper, uyurken bile gelir seyrederdi. Babam da öyleydi. Sabah kalkınca bize bir sürü elbise giydirirlerdi ki üşüyüp hastalanmasınlar diye. Annemin ve babamın hiç çorabı olmazdı. Alamazdı. Yalın ayak üzerine lastik ayakkabı giyerler, ayakları lastikten kaynaklanan karalıklar ve nasırlardan dolayı ilginç görünümlerde olurdu. Annem sürekli çalışırdı. Bizi hiç çalıştırmaz, düveye ve tosuna tozlu samanı astımı olmasına rağmen kendisi dökerdi. Bize bir iş buyursa zaten babam kızardı.
Hatamı anlamıştım. Anneme hemen yardım etmeliydim. Ama annemden uzak durarak. Çünkü şu anda beni bir yakalarsa o sinirle pestil ederdi.  Hemen tosunun önüne koşmaya başladım. Ara sokalarda ve caddelerde epeyce bir kovaladıktan sonra Adliye civarlarında bir ara sokakta kıstırdık. Tosunun gözünü kan bürümüştü. Korkuyor ama bir fedakarlık yapmam gerektiğini biliyordum. Benim tosunun önüne geçmem demek anneme şua ana kadar yaptığım en büyük eziyet demekti. Önüne geçmiştim. Annem ordan acı acı bağırıyordu.
-Lifaat önünden gaç gurban olduğum. Sen get.
-Dur  ana ben onu şimdi dutarım.
-Gurbanım lifadım aman onünden get. Gomşular oğlumu çekin önünden öjbelenmesin. köleniz oluyum...
Annemi hiç dinlemiyordum. Tosunun önüne geçtim ve korkutacağımı zannederek elereimi sık ve ritmik hareketlerle havaya kaldırıyordum. Tosun hızla gelerek bana tosladı ve kafasına alarak 2 metre ileriye attı. Çok dengeli düşmüştüm. Çoğu yerim çizik ve yara içindeydi ama dengeli düştüğümden kırık çıkık olayı yoktu. Kuru bir  çocuktum ama diriydim.  Annem büyük bir panik, kuvvetli bir çığlıkla üzerime atıldı.
-Lifaat gurban olurum sana yavruuumm..
  diyerek beni bağrına bastı. Nefesi nefesine karışmıştı. Kalbi bir acayip kütlüyordu. Sanki kupkuru göğüs kafesi çatlayacak gibi olmuştu. Zavallı annemin göz yaşları o kuru bedeninin neresinden geliyordu bilemiyorum. Yerinden kalkamayacak kadar dermansızlaşmıştı. ve ordakilere kesik kesik seslerle..
-Gomşular koleniz olurum, noldu acik yağ eridinde getirin içirek..
Eskiden yaralananlara yağ içirirlerdi. Ne gibi bir tıbbi yararı var düşünülür ama hasta sahibine ve hastaya moral olarak iyi gelirdi. Yaralanan yerlere çabut yakar külünü basarlardı. Bana da öyle ettiler. Tosun nereye gitti belli değildi. Önemli olan bendim. Kırık çıkığın olmadığını sınıkçılıktan anlayan bir köylüye kontrol ettirildikten sonra annem biraz olsun rahatladı.  yürüyebiliyor, konuşabiliyordum.
Ordan insana sıcak gelen bir sesle ihtiyarın biri,
  -Bacım geçmiş olsun, tosunu duttuh, direğe bağladık aha burda dedi.
 Annem tamamen rahatlamıştı.
  -Sağol gardaşım Allah razı olsun.  Yürağmize su serptin.
  Biraz sonra demin pazarda bizim tosuna müşteri olan Pendiryemezli adam geldi. -- -- Bacım ben tüccarım, senin tosun 6.000 lira etmez, etse etse en fazla 4.200. veya bilemedin 4.250 eder.  Al benden de sana 4.400 hadi ver şu tosunu.
-- Al gardaşım . Gule gule hayrını gor. Zatin en fazla ona 4.000 lira verdilerdi.
  Adam aldı gitti bizim tosunu. 4.400 lira paramız vardı. Annem bana ikibuçuklira verdi ve hadi get gazoz iç dedi.
  Çılgın gibi parayı aldım. O genittiren, beni mest eden tadıyla hasret kaldığım gazozu ancak kahvehanede bulabilirdim. Çünkü Ankara’da  dayım gazozu bana kahvehanede almıştı.  Koşarken uçuyordum. Kahvehanenin önüne geldim. Sigara dumanlarıyla kaplı içeriye girdim. Doğru ocakçıya yöneldim ve ..
  - Ben gazoz alacaam emmi.. dedim.
 - Adam benden parayı aldı ve peşine düştüm.  Hiç konuşmuyordu. Önce bir masaya gitti. Orda oturan adamlara,
-- Sizin burda kaç çay var birader?
-- Dokuz olsa gerek.
-- Doğru, dokuz çayınız var. başka bir şey istiyormusunuz?
--Bize bi beş çay daha getir.
Ben öyle onlara bakıyordum. Hadi yav ne zaman verecek şu benim gazozumu. Ya bide parayı ona verdiğimi unutursa? Allah  korusun ne yaparım bir daha ömür boyu ben gazoz yüzü göremem.
Nihayet beni hatırlamıştı. önemsemez ve umursamaz tavırlarla ağır hareket ederek ,
- Gel lan gel gazoz mu istemiştin.?
-- Hee emmi.
  Elini bir dolabın içine daldırdı ve bir müddet durakladı.
-Al lan sana gazoz.
Bana verdiği Aroma adında bir meyve suyuydu. Alı almaz tipine bir baktım. Siyah şişedeydi. Önceki aldığım beyaz şişede beyaz renkli bir şeydi. Bunun şişeside demekki bu dedim ve tepeme diktim. Ama ne tad var ne serinletici bir hal. Koyu halde bir meyve suyuydu. Asidi yok, tadı yok, sevilecek bir tarafı yoktu. Hüsran olmuştum. Hayatımda yaşadığım ilk iflastı.  Asidi yok, boğazı yakan hoş özelliği yok,  yani gazoz değil meyve suyu anlatabiliyormuyum. Anam mantı pişirdiği zaman mantının suyuna şoy derdik. Aynen işte o şoya benziyor. Mutsuz ve aldatılmış,  bir daha ömür boyu gazoz içemeyeceğim düşüncesiyle boynum bükük, içim o adama kin dolu, ağlamaklı bir edayla annemin yanına geldim, kucağına oturdum ve bizim köyün münübüsünü beklemeye başladık. Günlerce geceleri rüyamda defalarca o adamı dövüyor veya ondan dayak yiyordum.  Üzülmesin diye anneme bile söylememiştim. Ne kalleş, ne üçkağıtçı, ne dalevereciydi o. Aslında adamın düşüncesi doğaldı. Çocuk için meyve suyu daha yarayışlıydı. Bunu o yaşta benim algılamam imkan yoktu..
Evimizin ihtiyaçlarını aldık. Beş kilo gotveren yağ (Katıyağ) aldık.  Bizim Gülistan’a 3 metrelik pazen aldık. Şeffa yeşil renkte naylon bir de ayakkabı aldık. Artık bizim kız düğünlere neye gidebilirdi. Hem güzeldi, hemde efendiydi. Bakarsın artık dünürcüleri neyi de gelirdi. Annem onun şaçlarını taraması, üstüne başına dikkat etmesi hususunda sert şekilde sıklıkla uyarırdı. Kalabalık mekanlarda bir başkalarının kızlarına bakar bir de bizim kıza bakardı. Azcık zayıftı bizim kız. Annem iyi gelir diye bize sarı üzümde almıştı. Sarı üzüm bizim tüyümüzü acik düzeltirdi. Tuz aldık. Kalan paramızla köyden unluk alacaktık. Fazla harcamamız gerekiyordu.
Köye geldim. Günlerce anlattığım gazozu içip içmediğimi merak eden arkadaşlarım etrafımı çevirmişti. 7 tane içtiğimi, bir sürü öteberi yediğimi, Sorgun’da çok güzel yerleri gezdiğimi ballandıra ballandıra anlattım. Annem o gün yağlı bir erişte pişirdi, arkasından bize birer avuç sarı üzüm verdi yedik. O gün dünyanın en zengin ve mutlu ailesi bizdik. Evizmizde her şeyimiz vardı. Yağımız, tuzumuz, unluk paramız. Üstelik babamda bir kaç gün sonra çalıştığı yerden para alacaktı. Mutluluk bu kadar kolaydı ve ucuzdu....
Hayatın acımasız ve adaletsiz olduğu cahil insanlar tarafından pek bilinmez. Çünkü onlar belirli bir mevkiide olanlar için “Onlar bizim büyüğümüz, Allah onları başımızdan eksik etmesin” derler. Onlarda bir ahmak mutluluğu vardır. Teknolojinin olumsuz yan tesirlerinden habersiz, çevre bilincinden yoksun, uluslar arası ilişkilerden bihaber, kafaları gereksiz ve gerekli bilgilerden yoksun boş ve sakin bir şekilde yaşamaktalar.. Keşke onlar gibi olsam diyorum. En azından mutlu ve umutlu olurdum. 
Çevrem ahlaksız insanlarla dolu. Namuslu ve dürüst olmussun karşılarında işte ahmaksın. Babmızdan aldığımız edep ve ahlakla kursağımıza haram lokma girmemiştir. Girmeyecekte. Şartlar ne olursa olsun. Haram lokma ahlaksız bir insana ne kadar mutluluk verirse, bizler gibi onurlu ve dürüst insanlara ise o denli huzursuzluk ve kahır verir.  Şükür ekmeğimizle kavrulup gidiyoruz. Çalışıp haketmesinide biliyoruz. İşte bu kadarcık maaşla bu mutluluğu korumasını biliyoruz.  Allah cümlemizi işftira ve karalamalardan korusun.