İNCİLRİ Köyü'nden Atarabası ile Lök köyünün içerisinden geçerek, geldiğimiz Topçu köyünde, Amcam İbrahim Ağanın dedemden kalma evinin çatal kapısı önünde durduk. Atarabasından önce eniştemle birlikte biz indik. Sonrasında içerisinde çamaşırlarımızın bulunduğu birisi bavul, diğeri torbayı arabadan idirdik. Amcamın çocuklarının yardımıyla çatal kapıdan geçip, tahta merdivenle çıktığımız evin sağ tarafına yönelen, yine ahşap balkondan maviye boyanmış kapısı, diğer ana yapıdan farklı olan beyaz badanası ile dikkat çeken bölüme eşyalarımızı koyduk.
Avlu içerisinde hummalı bir çalışma vardı. Ocaklar yakılmış, siniler üst üste dizilmiş, kesilen tavukların tüyleri yolunuyor, yakılan ocaklar üzerindeki kazanlarda sular kaynıyordu. Amcamla ilk o gün tanışacaktım, hangisi olduğunu bilmiyordum. Sadece amcamı değil, amcamın eşini, çocuklarını, kim kimdir hiçbirisini bilmiyordum. İlk karşılaşmamız olacaktı. İhsan abim hariç. Onu da Salı Pazarında tezgah açan babamın yanına her hafta gelmesinden ötürü tanıyorum. Diğerlerini tanımıyorum...
İhsan abim, önce hummalı bir şekilde çalışan kadınlarla tanıştırdı, 'İhsan amcamın oğu Seyfi' diyerek. Sonra ahşap merdivenlerden çıkıp,  eve girdiğimizde salonun tam karşısında bulunan makadın tam ortasında oturanın amcam olduğunu tahmin ettim. Zira, salona girdiğimde 'L şeklindeki' makadın sağ tarafından yere minder serilmiş, oturan genç ama bana göre büyük olanlar, makadın diğer kanadında Ahmet eniştem oturuyordu. Önce amcamın, sonrasında da hepsi ayağa kalkmış olan büyüklerimin elini öptüm, hepsi ismini söyleyip, kendisini tanıttığında amcamın çocukları Erol, Eseka, Osman, Mustafa, İbriham olduklarını öğrendim. Sadece Erol abim evli, Osman ve ikizi olan Eseka'nın nışanlı olduğunu söylediler. Osman abimin de bir ay içerisinde düğünün olacağı ifade edildi.
Atarabasıyla gelmiş olmamız nedeniyle yorulmuştuk. Ahmet eniştemle birlikte bize tahsis edilen misafir odasına geçip, uyuduk. Uyandırıldığımızda hava iyiden iyiye kararmıştı. Odanın orta yerine kurulan sofranın tam ortasında kazan içerisinde etli bulgur pilavı, yanında tahta kaşıklar, yufka ve turşu vardı. Önce amcam, sonrasında da evin diğer erkekleri sofraya yerleşti. Karnımızı duyurduk. 'Yatsı namazı okunmak üzere' diyerek, amcam camiye gitmek üzere yerinden kaltı. Ayakkabılarını giyerken, 'sizde odaya geçin, hazırlıklar tamammı bazkın!' talimatını çocuklarına verip, gecenin karanlığına karıştı...
***
Yozgat'ta kış gecelerinin vazgeçilmezi 'arabaşı' geleneği, havaların soğup, kar yağışıyla birlikte başladı. Yozgat Belediye Başkanı Yusuf Başer, unutulmaya başlayan arabaşı geleneğinin devam etmesi yönünde önceki yıllarda başlattığı çalışmalarına bir yenisini eklemek üzere hazırladıkları projeyi kısa sürede hayata geçireceklerini söyledi. Başer, televizyonun yaygın olmadığı yıllarda, hemen hemen tüm evlerde kar yağışıyla birlikte hazırlanıp, yutulan ancak, sonraki yıllarda unutulmaya başlayan arabaşı geleneğinin devam ettirilmesi için, çeşitli mekanlarda toplu 'Arabaşı günleri' organize ettiklerini hatırlattı. Başer, Yozgat'a özgü bu geleneğin görevleri nedenleriyle gelen burokratlar ve üniversite öğrencileri tarafından çok beğenildiğini, bu nedenle de geleneğin yaygın olarak yaşatılması için çeşitli projeler hazırladıklarını ifade etti.
Yozgat Kent Park alanı içerisinde bulunan Köy Konağı'nda gerçekleştirilen 'Arabaşı' gecesine katılan Başer, bu yıl kış boyunca farklı yerlerde yapılacak arabaşı gecelerine iştirak edip, geleneğin devam ettirilmesine katkı sağlayacaklarını bildirdi.
HAYRİ İNAL KONAĞI
Belediye Başkanı Yusuf Başer, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın desteği ile restore çalışmasını tamamladıkları tarihi Hayri İnal Konağı'nı önümüzdeki aylarda hizmete açmayı planladıklarını söyledi. Başer, ''Hayri İnal konağını hizmete açtığımızda, ilimizin geleneklerini bu tarihi binada daha canlı tutup, yaşatacağız. Konağı Yozgat Kültür evi olarak kullanacağız'' diye konuştu. Başer, tarihi konakta Yozgat'a özgü yemeklerin yapılıp, sunulacağını, yöreye özgü eşyaların sergilenip, mahalli sanatçıların burada sanatlarını icra edeceklerini anlattı. Başer, ''Kış aylarında ise hafta da bir gün Süremeli Geceleri ismiyle arabaşı gecesi tertipleyeceğiz. Böylece ilimize özgü bu yemeği daha iyi tanıtma imkanını elde edeceğiz'' ifade etti. Yozgat Belediye Başkanı Yusuf Başer'in anlatımları, arabaşı ile tanıştığım ilk güne, Topçu köyüne götürdü beni. 
***
Hummalı çalışmanın nedenini köy konağına geçince anladım. İki katlı ahşap evin ahşap merdivenlerinden tutunarak, önde ve arkamızda yanan lüks lambalarının ışığından yararlanarak, inip, yağan yağmur ile çamur balçığına dönüşen, sokağa kendimizi attık. Çamura batmadan, ara sokaktan bir süre yürüdükten sonra önündeki balkon direğine çakılan çiviye asılı lüks lambasıyla önü aydınlatan köy odasından içeriye giriş yaptığımızda, bizi önce sıcak bir hava ve odanın üç tarafını sarmalayan makatta oturan köylüler ayağa kalkarak, bizleri karşıladı. Hepsiyle tek tek tokalaştık, sırayla. Sonradan gelenler yere serilen minderlere, kapı kısmına oturdu. Biz misafir olduğumuz için makattan yer verdiler. Çocuk olmam nedeniyle eniştemin yanında bana da bir minder verdiler, oturdum. Yatsı namazından çıkanlar da odaya geldi. Onlar için köy odasındaki makatların iki köşesi ayrılmış, ota kımında biraz daha büyük, diğer minderlere göre farklı bir mindere yaşlı, ak sakallı 'hocam' dedikleri birisi oturdu. Sohbet koyulaştı. Ülkenin genel gidişatından, köyün sorunları, yapılacaklar anlatıldı. 
Sohbet devam ederken, ortaya iki ayrı sofraaltı serilip, üzerlerine birer kasnak, kasnak üzerine büyük siniler yerleştirildi. Tahta kaşıklar konldu. Ardından başka bir sini ile baklava dilimine benzer kesilmiş hamur, humurun ortasında bakır bir kap içerisinde çorba konuldu. Sofra hazır olunca Hocaefendi, 'buyurun ağlar' diyerek, oda içerisindekileri sofraya davet etti. Herkes yaş gruplarına göre sofraya yerleşti. Büyükler ilk sofraya, küçükler ikinci sofraya, en küçüler ise hizmet için ayakta kaldı. Bilmediğim için izlemeyi tercih ettim. Tahta kaşık içerisine konulan hamur parçaları, dumanı başından çıkan çorbaya batırılıp, sonrasında yutuyorlardı. Denemek istedim. Beceremedim. Beceremediğim gibi tadı tuzu da yoktu. Çorbasından içmeye çalıştım. Sıcak olduğu için onu da içemiyordum. Ne olduğunu, nasıl olduğunu anlamaya çalışırken, birden gülüşmeler başladı. Herkes birisine 'önümüzdeki arabaşı senden' diyorlardı. Bir sonraki arabaşını yaptırması istenilen kişi, kaşığındaki hamurunu çorba içerisine düşürmüştü. O nedenle gelenek gereği arabaşını da o kişi yaptıracaktı. Bunun ardından bir gürültü daha koptu. Bu kez 'arabaşının tavuğu senden' diyerek, bir başkasına bakıp, gülüyorlardı. O da humurun yıldızını bozan ilk kişi olduğundan araşabışının tavuğunu temin etmesi gerektiği söylendi...