Bir Kurban bayramı arifesiydi.  Heryerde kurbanlıklardan bahsediliyordu. Kaç kişilik olduğu, dişleri, etleri vs…. Alcılılar Derneğinde sohbet koyu ve keyifli.  Masa etrafında ben deyim 15 kişi, sen de 20 kişi kadar var.
    Eee ne de olsa Alcılı… Sohbet tatlı olunca ferdi özelliklerden de bahsetmek olacak. Konu kahramanlıktan, babayiğitlikten açılınca herkes tarihte ve günümüzde nasıl adam dövdüğünü, hangi gerekçelerle harp çıkardıklarını, tahammül edemedikleri haksızlıkları deklare ediyorlardı. Öyle bir ateşli ve çalımlı anlatıyorlardı ki, geçmişinde hiçbir dayak yemedikleri ve her müsabakadan nakavt galibiyetiyle ayrıldıkları sohbetlerinden belli oluyordu.  En azından bizi öyle inandırdıklarını zannediyorlardı.
    Sohbetin başında falancayı, falancayı dövdüm diyenler sohbet ilerledikçe insan adedini çoğaltıyor, bir kavgada 5 kişiye kadar limiti yükseltiyorlardı. Ayrıca güç ispatı için masanın ortasına, dövdükleri adamları anlatırken şiddetli yumruklar vuruyor, gövde gösterisi yapıyorlardı. Bu sohbetlerin genel temaları içinde bir birlerine gözdağı vermek te var gibi geliyordu bana…
    Bahri Dayı ile Yunus Emmi, dövdükleri adam limitini en yüksekte tutan kabadayılık ihalesine sahip iki kişiydiler. Masayı yumruklaya yumruklaya ateşli sohbetler ettiler, dövmedikleri adam kalmadı. Hepimiz Dernek binasında oturuyorduk. Bir de bize Yunus Emmi diyordu ki,
    -“Emşerim ben adamı en ufak bahanede düverim, heç haksızlığa tahammül edemem ben, hemen eyağlerini gırarım adamın” diyordu. “Alayıcığınızı da düverim” dercesine konuşuyordu. Bahri emmi de yaşına meydan okurcasına ayaklarını diğer sandalyeye de uzatarak.
    - Geçen 2 gobel doodüm, yolda şergadanlık yapıyolardı, yavrum niye öjbeleşiyonuz Didim, yanaz yanaz heyikliyolar… Yenni, yemeni…. Vazılattım…
    Bu ve buna benzer muhtelif bölgelerde ve değişik sayılarda onlarca vatandaşımızı dövdüklerini ve epey babayiğitliklerini anlattıktan sonra Bahri Kâa..
    -Hadi Yunus oğlüm, gidek de şu gurbannara bi bahah da gelek yavrum” diyerek onu aldı ve mal pazarına götürdü. Kapıdan bir çıkışları ve aşağıya doğru bir gidişleri vardı ki, yavaş, yavaş, alımlı çalımlı, zeybek oyunu oynar gibi, heybetli, kendilerinden emin, mağrur ve gururlulardı. Çünki masalarında oturan herkesin gözünü korkutmuşlar, herkesi kendilerinin babayiğitliklerine imrendirmişlerdi. Öyle sanıyorlardı yani…
    Yaklaşık 1.5- 2  saat gibi bir zaman geçmişti ki, her ikisi de ağızları, gözleri ertiş, mertiş olmuş, yatalak olacak şekilde dayak yemiş bir vaziyette geldiler. Onları getiren araba derneğin önünde durdu ve bir adam onları indirdi. İndiren adam sert ve himayekar bir ifadeyle..
    -“Yav hemşerim, bu adamların kimsesi yok mu, pazarda çocuğun biri bunları haşat etti, elinden zor aldım, kimse aralamıyo yazıh değimli?” dedi. Gülermisin ağlarmısın, 2 saat önce 5’er 5’er adam düven ve tarihlerinde hiç dayak yemediklerini bildiren babayiğitlerimiz haşat bir şekilde aynı masalarına tekrar  oturmuşlardı. Üstelik onların bıraktığı sohbet aynı konuyla bizler tarafından devam ettiriliyordu. Eyağlerini gırarım ben adamın diyen Yunus Dayı,
    -Yiğenim beni eve gotür, eyağlerim batıyo. diyordu. Hayat işte. Gülsen bir türlü, üzülsen bir türlü. Yapamayacağımız işlerden bahsetmek bizleri zor durumda bırakır. Üstelik yeni askerden gelmiş zayıf bir genç dövmüştü bunları. Şahit de bol olunca kalabalık kişi saldırdı da diyemiyorlar, ancak Bahri Dayı..
    -Heralde Çin’liydi çocuh muazzam karete biliyodu yav… falan demeye başladı. Çünkü saklayamıyordu, yüzü on yerinden nokta nokta mordu..
    Yunus Emmi yaka ve döşü tüm kan, sırtı ve yan dizleri çamur olmuş bir vaziyette…
    - Yav Bahri.. Bunun evi nere yav…Zerdali’demi oturuyodu ki… Yani bulacaklar da o çocuğu dövecekler… Formlarının en zirvesindeyken ve kavga heveslerinin en doruğundayken komalık olana kadar dayak yemiş kahramanlarımız düşmanlarının ikametgahını birbirlerine soruyorlardı…Yani bayramın tadı yoktu. Canları sıkkın, içleri garezli, vücutları güçsüz, etin tadını alamadan sohbetlerden kaçarak saklana saklana bayramı bitirdiler.