Düğün yapılmadan önce kız evinin istekleri doğrultusunda belirledikleri ve verilmesi uygun görülen hediyelerle akraba ve tanıdıklara düğün davetiyesi yollanırdı. Kızın emmisine, bibisine, gardaşlarına, köyün hocasına ve çok sevilen komşuya bodu, culuh, ikinci sınıfta yer alanlara tavuk, cücük, seccade, yolluk, 3’üncü sınıfta yer alanlara 1 metire çit, bir galıp sabın ve diğer komşulara fıstık, sarı üzüm, leblebi, kınalı veya sormuh şekeri gibi karışımdan oluşan bir kuruyemiş kokteyliyle davetiye gönderilirdi.
Aynı ölçüler erkek evi tarafından da dağıtılır, düğünün katılımının çok olması için gayret gösterilirdi. Hâbe dönderme kesinlikle kaçınılmaz bir gelenekti. Çok masraflı ve yorucuydu. Bunu yapamayan, masraftan kaçan çok mahcup olurdu. Günümüz zengin evliliklerinde nişanlı çiftler anlaşarak her hangi bir nikah salonundan randevu alıyorlar, evet mi evet imzalarıyla evlenip bir kuruş masraf etmeden dünya evlerine giriyorlar. Bizim oralarda yok öyle yağma. Başlık parasını, süt hakkını, kız evinin uygun gördüğü çeyizleri, hâbe hediyelerini, takıları, gelinin yakınlarının giysilerini alıp üstlerini gormeden düğün edeceksin öylemi, vay yavrum vay…
Aslında taraflar düğün bitibitmez çabucak iflas ediyorlardı biliyormusunuz. Hiçbir hısımlık dostlukla devam edemiyordu. Birbirleriyle muhabbetli dünürlük zamanları maziye gömülüyor, o anamızı ağlattı, o istediğimizi almadı, ben daha fazlasını verdim, öbüründe bir gram iman yok falan edebiyatlarıyla ortalık maskarası oluyorlardı. Bu sıkıntılar karı koca huzuruna da yansıyor, gelin eve geldiğinin haftasında dayak yeme seansları başlıyordu. 
Medeni hukukta bu aptalca masraflara ve sosyal düzeni yaralayan acımasız geleneklere müdahale çok geç olmuştu. Aslında öneriler vardı ama, gizli kurallarla yürüyen mahrem Türk aile yapısı gelenektir, hakkıdır diyerek yinede bu adeti sürdürüyorlardı. Yav düşünsenize şimdi bile 60-70 tane kaz, hindi, tavuk, çit, çapıt alarak hediye dağıtabilirmisiniz?. Onlarca aile ferdine elbise ayakkabı alarak üst görebilirmisiniz?. Altın takılar, yemekli düğünler, peşin temin edilen pahalı ve dayanıksız çeyizler alabilirmisiniz. Toprak damlı evlerde oturup, lastik ayakkabı, yırtık pantul, yamalıklı göyneklerle gezen kayın baba, hiçbir bilgisi, becerisi, önerisi olmayan, olamayan kaynana nasıl temin edebiliyordu ki onca dayatmayı. El aleme rezil olmayalım gayretiyle elde avuçta ne var ne yok satıp, savıp duluğu sirkelimizi atah içeri diyorlardı. 
Çok geçmeden damat düğünden kalma borçları ödemek, sağansız kalan eve inek, koyun alabilmek, el borçlarını ödeyebilmek için gelini eve bırakıp balayında amelelik yapmaya gurbet diyarlarına çıkıyordu. Bizi çok yordu kafirler diyerek parmak kadar gelin özlemle tutuşmasına rağmen kendi ailesinin evine gönderilmiyor, baba ana da kızının gelin olduğu eve yanaşamıyorlardı. 
Yav ne gerek vardı bunca zahmete. Bunca sosyal kopukluğa. El bebek, gül bebek büyüt, yadırgı bir kapıya küçücük kızını gelin et, küslük nedeniyle ziyarete yanaşama ve çocuk nasıl diye merak içinde geceleri gözüne uyku girsin hadi. Başlık parasını, süt hakkını, hâbe hediyelerini, olmadık dayatmayı al, mal satar gibi çocuğunu sat ve erkeksen yanaş hısım kapısına. Gözünde tütsün kınalı evladın ve hadi bakalım sıkıyorsa uzaktan bile bak.…
Bize hâbe olarak çok bodu, culuh, şibi, yolluk ne geldi. Hepsindede sayılıyor, seviliyor diye gururlandık. Biz gurulanırken kavrulan ekonomilerden haberimiz yoktu. Kopuk akrabalıklardan, dayak yiyen taze gelinlerden, hasret çeken yüreklerden bihaberdik. Bugün en zengin yağcıların dahi 1 YTL’lik bir kalem, 2 YTL’lik bir ajandayla hediye takdim ettiği günümüzde, 70 YTL’lik hindiden, 50 YTL’lik kazdan, 30 YTL’lik tavuklardan, şibilerden onlarca, yirmilerce kim hediye edebilir ve hangi ekonomi sarsılmadan bu gidere dayanabilir. Hele helede teneke sobalı kesmik yanan ağartısız evleri düşünürseniz.