Çok neşeliydi. Çünkü Ahmet Öğretmeni bahar, gül’le karşılamış ; Sevgi tomurcukları gönülleri coşturuyordu.
Öğretmen , tıraşını oldu. Temiz elbiselerini bir kez daha kontrol ederek üzerine giydi. Gülbahar’ı yine her zamanki gibi pencereden seyrederek birbirlerine gülücükler göndereceklerdi:
-Bugün ne pahasına olursa olsun öğrencilerin karnelerini verdikten sonra küçük Mustafa ile konuşup o kızdan detaylı bilgiler almam lazım, dedi
Köyde çıkacak dedikodulardan çok korktuğu için hiç kimseye bir şey belli etmiyordu;
Bu konuyu ancak Mustafa’ya açabilirim, açmalıyım, diyordu.
Öğretmen, okul için alması gereken dosyaları eline alarak ayakkabılarını giydi ve kapıyı da kilitleyerek okula gitmek için yukarı yoldan süzülerek yürüdü. Kalbi çok hızlı atıyordu;
-Annem ve babamla konuşup onu istetmek lazım dedi ve ekledi:
-Allah’ım, ben neler düşünüyorum... Ben daha o kızın!.. ismini dahi bilmiyorum... diye mırıldanıyordu.
Gülbahar’ın evlerinin penceresine yaklaşmıştı. Kalp atışları öğretmeni sallayarak yeni açmış çiçeklerin yapraklarını döküyordu. Durakladı ve kalp atışlarının hızını biraz yavaşlattı. Mülayim bir bakışla pencereye baktı.
-Yok!.. dedi.
Bekledi , bekledi... Pencere kapalı, perde kımıldamıyordu . Yeni açan papatyalar boynunu büktü, kayısı ağaçları çiçeklerini döktü, çağlasını vermekten vazgeçti.
Ahmet Öğretmen, buruk bir gönülle okula gelerek öğrencilerinin karnelerini teker , teker dağıttı. Aklı hep o penceredeydi.
-Onu görmek için çok da iyi hazırlanmıştım... diye mırıldandı.
Öğrencileriyle vedalaştı. Mustafa’ya seslenerek;
-Mustafa , seninle konuşacaklarım var, diyerek sınıfta kalmasını söyledi ve diğer arkadaşlarına dönerek;
- Zil çaldı, sizler gidebilirsiniz, dedi.
Öğretmen, heyecanlı hareketlerle ayakta duran Mustafa’ya dönerek;
-Mustafa , sana karşı ayrı bir sevgim var ve senin samimi oluşun, sormadan cevap vermeyişin çok hoşuma gidiyor. Ya susuyorsun ya da konuştuğunda ne pahasına olursa olsun doğruları söylüyorsun, dedi.
Mustafa şaşkınlıkla öğretmenini dinliyordu . Öğretmen, aldığı nefeslerini tazeleyerek ve sağa sola yavaş gezintiler yaparak kendi kendine;
-Yanlış mı yapıyorum acaba? deyip, duygularını kontrol etmeye çalışıyordu.
Öğretmen:
-Mustafa!. dedi, soluklandı ve eliyle işaret ederek;
-Yukarıdaki şu tek evin penceresinde devamlı duran bir kız var, onun hakkında bana biraz bilgi verebilir misin? dedi ve derin bir oh!.. çekti.
Mustafa:
-Gülbahar ablamı mı soruyorsun? dedi.
Öğretmen:
-Gülbahar mı?
Mustafa:
-Evet, onun ismi Gülbahar, köyün en güzel kızı, dedi. Cebinden bir mektup çıkartarak:
-Gülbahar ablam babasıyla birlikte bugün İstanbul’a düğüne gitti. Bu mektubu da sana vermemi söyledi, dedi.
Mustafa öğretmenini çok şaşırtmıştı.
-Gülbahar ablam hakkında öğrenmek istediklerinin hepsi o mektubun içinde var, dedi.
Oradan ayrılmak için müsaade istedi ve öğretmenin gözlerine bakarak mırıldandı:
- Sormaz ki bilsin, bilmez ki sorsun...
Öğretmenini mektupla baş başa bırakarak okuldan koşarak ayrıldı.
Öğretmen, mektubu çıtır tadarak açtı ve önünde duran sandalyeye yarım bir şekilde sekilendi. Mektubunun içinden çıkan gül yapraklarını eziyet vermeden eliyle alıp masasına koydu. Mektubun üzerindeki tarihi okudu ve kendini tamamen mektubun içinde hissederek devam etti.
***
Öğretmen olmayı çok istiyordum.
“Kız çocukları okur muymuş?...” diyerek babam beni okula salmadı. Biz de “Anaya , babaya saygı başta gelir onlar ne yaparsa doğrusunu yapar” diyorduk .
Sekiz yaşlarında idim, okulu ve bahçesinde oynayan o çocukları çok seviyorum. Bu yüzden olacak ki , okulun yanında bahçemiz var. Her gün olmasa da haftada bir kaç gün kendi bahçemize gider, ayva ağacı okul bahçesine yakın olduğu için ayva dalına çıkar ve saatlerce öğretmenleri çocukların oyunlarını seyrederdim ,
Yine bir gün, o ayva dalına çıktım. Kızların ip atlayışlarını ve erkek çocukların koşuşmalarını seyrederek kendimi adeta onların arasında koşup geziyormuş gibi hissediyordum.
Babam yanıma gelmiş, hiç görmedim. Bana seslenerek;
-Ne yapıyorsun dişi kediler gibi dalın başında ? diyerek kalın sesiyle kükredi ve ben bir an panikleyerek çok korktum ve korkudan ayva ağacından aşağıya düştüm. Kendimi kaybetmiş ve bayılmışım. Beni eve götürmüşler, orada da ayılıp kendime gelmeyince vilayette devlet hastanesine götürmüşler. Aylarca hastanede kaldım.
Netice olarak, boynum kırılmış ve boynumdan aşağısı felçli olarak yaşamaya başladım. Ellerim , ayaklarım bana küstüler, benimle konuşmuyorlar. Beni de her zamanki oturduğum o pencerenin önüne annem getiriyor. Sonradan edindiğim dostlarım serçelerle gökyüzünde dalgalanarak uçan güvercinlerle dostluklarımızı geliştiriyor ve onlarla oyunlar oynuyorum. Penceremin önünde gördüğün kırmızı açan gülleri göz yaşlarımla suluyor ve Ulu Tepe’de kına rengi kayanın yanına giderek kaybolan evladı için feryat eden babayı seyrediyordum. Taa ki, kar taneleri seni benim karşıma getirene kadar...
Söyle öğretmen, hiç elinden bir kuş kaçtı mı? Benim gönül kuşum kaçtı . O da kanatlanıp uçarak sana!... kondu. Ona!.. iyi bak, olmaz mı? Yem istemez, su istemez... Onun tek isteği var , o da Sevgi ve ne olur onu incitme. Eğer istemezsen gönül kuşumu uçur, o geri gelir.
Selam ve duayla kalın.