Son günlerde gündemi oldukça dolduran bir haber, ‘Usame Bin Ladin öldürüldü’. Kimi insanlar üzüldü, yas tuttu, kimi insanlar ise hak ettiğini buldu diyerek sevindi. Bana sorarsanız bende aslında sevinenlerdenim neden mi?
    Usame Bin Ladin hepimizin de bildiği gibi El Kaide adlı İslami örgütün kurucusudur ve İslami Cihad çatısı altında kendi adamlarını toplayarak çeşitli terör suçlarında bulunmuş ve birçok masum insanın ölümüne sebebiyet vermiştir. El Kaide örgütü 1988 yılında Sovyetler Birliği ile savaşmak için, soğuk savaş döneminde SSCB’nin Afganistan’ı işgal edebileceği üzerine kurulmuş ve soğuk savaş sonrasında yüksek gücüyle denetimsiz kalmıştır. İsrail'in yok olması ve Müslüman ülkelerde halifelik inancı altında büyük bir devlet kurma inancını benimsemiştir. Bu amacını gerçekleştirmek içinde birçok terör faaliyetlerinde gerek dolaylı gerek doğrudan sorumlu olmuş bir örgüttür. Bu örgütün en büyük eylemi ‘11 Eylül 2001 saldırıları ‘ olarak tarihe geçmiş ancak bu eylemin sorumluları somut olarak ispat edilememiştir.
    Tüm bunları Müslüman bir örgütün yapması bizim bu eylemleri destekleyeceğimiz anlamına gelmez, çünkü El-Kaide’nin dini araç olarak kullandığı aşikardır.
    Bizimde binlerce askerimiz, devlet görevlilerimiz PKK’nın yapmış olduğu hain saldırılarda şehit düşmüştür. PKK İslami bir örgüt değildir ancak kayıp aynı kayıptır birçok masum insanın ölümü söz konusudur, bu yüzden insanlığa yapılan tüm bu saldırıları kınıyor, yapılan insanlık suçuna göz yummuyoruz. Hiçbir amaç, hedef, gaye günümüz dünyasında kanla kazanılamaz, oluşmuş bir düzen vardır ve bu düzenin istikrarı bozulamaz. Gelelim bu saldırıların diğer boyutuna…
    Peki bu 11 Eylül saldırılarının yaşanmasında ABD’nin payı yok mudur?
    Elbette vardır Bin Ladin gibi binlercesi, 1979'dan itibaren Afgan Savaşı sırasında, SSCB'ye karşı savaşmaları için silahlandırılmış ve batılı istihbarat örgütlerince eğitilmiştir. Bin Ladin, o zaman ABD istihbaratınca, "Afganistan'daki en iyi savaşçılardan biri" olarak niteleniyordu.
    Tıpkı Irak lideri Saddam Hüseyin'in, İran'la uzayıp giden savaş sırasında ABD'nin en iyi müttefiki olması gibi. Ya da tersine, Yaser Arafat'ın teröristlikten devlet adamlığına geçişi gibi dengeler zamanla tersine dönebiliyor. İşte ülkeler kendi politikalarının bu söylediğim örnekteki gibi kurbanı olabiliyorlar. Peki ABD Usame Bin Ladin’i öldürmeden önce Pakistan’da yeterince kan dökmedi mi? 11 Eylül saldırılarında ölen her Amerikalı için Pakistan’da 17 kişi öldü.
    Bugünkü dünya dengesinin süper gücü hepimizin de bildiği gibi ABD’dir ve dünya da ABD’nin bulaşmadığı siyasi bir sorun görünmemektedir hatta yoktur diyebilirim.
    Bizim bugün ABD ile sıcak ilişkilerimizin olması yarında bu dengenin böyle kalacağını gösterir mi bilemem ama ABD, Türkiye ile ilişkilerini her zaman sıcak tutmaya gayretli. Nede olsa Amerika’nın Ortadoğu’daki veliahtı Türkiye. Elbette arada kendi tabirleriyle ufak dedikleri , fakat toplum olarak büyük diyebileceğimiz bazı gerginlikler yaşanabiliyor.
    Mavi Marmara’da olduğu gibi… ABD için bu zor bir süreçti, çünkü hem Türkiye hem de İsrail ABD’nin Ortadoğu’daki önemli müttefikleridir. Ancak yine her iki ülkenin de gönlünü yaparak kırgınları gidermeye çalışmıştır, fakat sadece politik kırgınlıkları…
    Yani demem o ki süper güç olmak demek her şeyin süper olması demek değildir. Can acıttığın kadar canın da yanar, gün gelir Afganistan’da en iyi savaşçılardan biri diye nitelediğin insan, gelir sana iyi bir savaş açar.
    Dünya dengesi bu ne olacağı hiç belli olmaz. Gelir bela birgün seni de bulur, ancak bizler devlet çıkarları açısından değil hümanist bir düşünce yaklaşımıyla bu terör olaylarını yinede kınıyoruz. Hani derler ya en iyi çeken bilir…Sizi en iyi biz anlarız, biz yıllardan beri bu belayla karşı karşıyayız. Terör olaylarının sona ermesini ve daha fazla kan dökülmemesini tüm dünya için diliyorum…