Emr-i bil mağruf ve nehy-i anıl münker, farz-ı kifayedir. Maruf, dinimizin emrettiği hususlardır. Münker ise, dinimizin yasakladığı, yani Allahü Teâlânın razı olmadığı işlerdir. Emr-i maruf yapılmazsa, ilim yok olur. Cehalet ve sapıklık yayılır. Fitne her tarafı kaplar. Hadis-i şerifte buyruldu ki: ”Allahü Teâlânın yeryüzünde şehitlerden üstün mücahidleri vardır. Bunlar, emr-i maruf ve nehy-i münker yapanlardır.” 
Kur'an-ı kerimde mealen, “İnsanlara iyiliği emreder de kendinizi unutur musunuz?” buyruluyor. [Bekara 44]  O halde emr-i maruf yapan, ilmi ile amil olmalıdır. Hadis-i şeriflerde buyruldu ki: “İsra gecesinde, ateşten makaslarla dudakları kesilen insanlar gördüm. Kim olduklarını sordum. Onlar da "İyilikle emreder kendimiz yapmazdık. Kötülükten nehyeder; fakat kendimiz sakınmazdık" diye cevap verdiler.” 
Allah-u Zülcelal, dini uğrunda cihad eden mücahitler için şöyle buyuruyor: “Allah onları (o mücahitleri) muratlarına erdirecek, gönüllerini şâd edecek ve onları, kendilerine tanıttığı cennete sokacaktır. Ey iman edenler! Eğer siz Allah'a (Allah'ın dinine) yardım ederseniz O da size yardım eder, ayaklarınızı kaydırmaz.” (Sure-i Muhammed; 5-7)
İslam toplumunun en belirgin vasfı; iyiliği emretmek ve kötülükten alıkoymaktır. Allah-u Teâlâ, Kur’an-ı Kerim’de Müslümanların bu özellikte bir toplum oluşturmasını emrederek şöyle buyurmaktadır: “Sizden, hayra davet eden, emr-i bi’l-ma’rûf ve nehy-i ani’l-münker yapan (iyiliği emredip kötülükten men eden) bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (Al-i İmran 104) Bir başka ayette de “Siz insanlık için (tarih sahnesine) çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz, iyiliği emreder kötülüğü yasaklarsınız/engellersiniz.” (Al-i İmran 110) buyurmuştur.
Emr-i maruf çok mühim olduğu için, insan, kendisi her iyiliği yapamazsa ve her kötülükten kaçamazsa da, gücü yetiyorsa, emr-i marufta bulunması gerekir. Hazret-i Enes, “Ya Resulallah, tamamen yapamadığımız bir şeyi emretmeyelim mi? Kendimiz tamamen sakınamadığımız bir şeyi nehy etmeyelim mi?” diye sual edince, Peygamber efendimiz buyurdu ki: “Her ne kadar iyiliğin hepsini yapamasanız ve her ne kadar kötülükten sakınamasanız da, emr-i maruf ve nehy-i münker yapınız!”
Hz. Peygamber’in “Sizden kim (sünnetimize uymayan) bir kötülük görürse (seyirci kalmayıp) onu eliyle düzeltsin. (El ile düzeltme yetkisi devletin yetkisi içindedir. Yoksa herkes eliyle düzeltmeye kalkarsa kaos olur.) Buna gücü yetmezse diliyle düzeltsin. Buna da gücü yetmezse kalbiyle buğz etsin. Bu kadarı da imanın en zayıf mertebesidir.” hadisiyle, iyiliği yayıp kötülüğü önlemeye çalışmanın önemine dâir zikretmiş olduğumuz “Küçüğümüze merhamet etmeyen, büyüğümüze saygı göstermeyen, iyiliği yaymayan ve kötülüğü önlemeye çalışmayan bizden değildir, buyrulmuştur.
Allahü teâlâ, kıyamet günü, bir kuluna, günah işleyeni gördüğü zaman niçin engel olmadığını soracak, o kimse de, "Onun zararından, düşmanlığından korktum, senin af ve mağfiretine güvendim" diyecek ve mazur görülecektir.
Allah’ın seçkin kulları olan peygamberlerin bu görev ile gönderilmiş olmaları, özellikle de Kur’ân-ı Kerim’de Allah’ın, insanlığın şeref tablosu Hz. Muhammed’i tavsif ederken “Onlar ki yanlarındaki Tevrat ve İncil’de vasıfları yazılı o elçiye, o ümmî Peygambere tâbi olurlar. O Peygamber ki kendilerine meşru şeyleri emreder, kötülükleri yasaklar.” (A’raf, 7/157) demek suretiyle O’nun en önemli vasıflarından birinin ümmîliği yani ilâhî emirlerin yorumunda zihnî müktesebat ve yabancı malumatın konuyu bulandırmaması, ayrı bir renk ve kalıba ifrağ etmemesi, diğeri de iyiliğe davet etmesi ve kötülüğü önlemeye çalışması olduğunu beyan buyurması, yine bu ilkenin önemini ortaya koymaktadır.