Arkadaşları onları aynı yerdeki bir incir ağacının altına gömerek oradan ayrılırlar. Yıllar sonra ise aynı yere gittiklerinde iki pehlivanın mezarlarının bulunduğu yerde gür bir pınar görürler. Bundan sonra halk orada yatanların anısına o yöreye, “Kırkpınar” adını verirler.
    Efsane duygu dolu. Oğlum İhsan da bende hüzünlendik. Şimdi bu alan hem milli, hem manevi yönü itibariyle hepimize keyif ve huzur veren bir alan. Hemen karşısında Balkan Şehitliği var. Hani süpürge tohumundan ekmek yapıp yiyerek hayatta kalan ve son mecaline kadar Türk Ulusunun ayakta kalması için savaşarak ölen aziz şehitlerimizin mezarları. Minnet ve şükran dolu dualarımızı ettik ruhlarına.
    Fakat, hemen bu tarafında yapılmış oturma yerlerinde ise ellerinde testiye benzer yeşil renkli şişelerle kontrolsüz gezen bıçkın tipli şarapçı tayfalarıyla karşılaştık. Ne dur diyen var, ne ayıp diyen… Ne tarihi anlatan var, ne bilen… Bilseler o kutsal mekanlarda böyle ayıp şeyler yaparlar mı?.
    “Bu ne sevgi ah.. Bu ne ızdırap..” diye birisi yanık sesiyle bir türkü tutturmuş ki, beğeniyle dinlediğimizi görünce bizi yanlarına davet ettiler. Neşeli ve kalender olur bu tipler bilirsiniz. Şarap ikram ettiler oğluma ve bana ısrarla. Hiç kullanmadığımızı söyleyerek teşekkür ettik. “Niye içmiyorsun hemşehrim? Erkeğin vücudu ter, ağzı içki kokar, bilmiyor musun?” dedi. Galiba hayvanı tarif ediyor diye düşündük. Ama o kadar muhabbetli, misafirperver ve sevimli insanlardı ki, ister istemez bol kahkahalı epey bi muhabbet ettik.
    Dostluklarının samimiyetine dayanarak o alanda yapılan taşkınlıkların şehitlerimizin ruhuna zarar verdiğini hatırlattım. Özellikle o mekanın medyatik yönü nedeniyle yabancılar tarafından ziyaret edildiğini, kahramanlıklarla dolu hayranlık uyandıran tarihimize bu tutumlarının tezat teşkil ettiğini, eksi puan olarak bize döneceğini belirttim. Balkan Savaşlarının kıtlık dönemlerini anlattım. Rus ve Bulgar işgalinde düşman komutanlarının Selimiye Camiinin çinilerine kadar yağmaladıklarını, hor kullandıklarını, tarihimize, milliyetimize, maneviyatımıza çeşitli dönemlerde edepsiz saygısızlıklar yapıldığını söyledim. Boynuma sarılarak ağladılar. Sohbetlerimizi tesirli menzilimize giren diğer şarapçı tayfalarıda gelip dinlediler. Hepsi ağlamaklı ve suçlarını kabullenir görüntü çizdiler. Hatta birisi göğsünde sakladığı bayrağımızı çıkararak öptü ve ağladı. Çok muhabbetli ve keyifli sohbetler ettik ve vedalaştık.. Sevgili arkadaşlarımızdan yaklaşık 200-300 metre uzaklaştık ki, arkamızdan daha kalabalık ve daha gür bir sesle bardaklar havada birbirine tokuşturularak koro halinde müzik sesi geliyordu..
    -“Bu ne sevgi ah, bu ne ızdırap…Anlaşılan benim ve oğlumun onlara yaptığı manevi terapi ilgili Devlet organlarımız tarafından daha sık ve disiplinli kürlerle tekrarlanması gerekiyordu… Dost canlısı, misafirperver, tarihi hakikatlarimizi ağlayarak dinleyen, sıcak, güleryüzlü ve gerçekten iyi insanlar olan şarapçı heyetlere o mekanları kesinlikle yakıştıramadık. Nehrin bir yakasında Milli kahramanımız Şükrü Paşa’nın anıtı yükseltilirken, bir yakasında cesedi parçalanıyordu.