BAK çocuk; sende kendi kanatlarınla uçacaksın, kendi ayakların üzerinde durup, koşacaksın, der gibiydi, Prof. Dr. Mustafa Böyükata'nın kanatlarını açıp ilkokul öğrencisi karşısında duruşu, haykırışı.

Bugüne kadar o çocuklara nasıl ayakları üzerinde durabileceği, kendi kanatları ile nasıl uçabileceği anlatılmadı/öğretilmedi. Birileri ''Hadi yürü'' dedi, çocuk da yürüdü. ''O yol yanlış'' dediler, çocuk durdu, etrafına bakındı. ''Buradan gideceksin'' dediler oradan gitti. Gösterilen yoldan yürüdü, uçmasını öğrenemediği için, hazır olanı tüketti. Hazır olan tükenince de cıscıbıldak ortada kaldı, çocuk.

''Öğrenci az'' diyerek, köydeki okulu kapattık. Taşımalı eğitime geçip, hem öğretmenden hem de köydeki okul binasından, bina için yapılan masraflardan tasarruf ettiğimizi düşündük. Okulları kapatıp, köy çocuğu ile birlikte tüm aile fertlerinin köy ile bağını kopardık. Köyler boşaldı. Verimli topraklar, eskiden yıldönümünde nadasa bırakılırdı, sonrasında hepten nadasa bırakılıp, üretmeden tarla parası ile yetinilir hale gelindi. 

İşte bu bizim hikayemiz. Bizim hikayemizi başkaları yazdı. Biz, bize biçilen rolü oynayıp, yaşamımızın bir parçası haline getirdik. Ve... Tükendik. Bugün yanıldığımızı kabul etmek yerine, başkalarının yazıp, verdiği rolü oynamaya devam ediyoruz.
 

Prof. Dr. Mustafa Böyükata, kırsalda yaşayıp, kendilerine biçilen rolü değil, kendi düşüncelerini, arzularını, isteklerini, hedeflerini, kendi özgür iradelerini kullanarak yaşayabilmeleri, kendi belirledikleri hedeflere koşabilmeleri, kendi kanatlarıyla uçabilmeleri için çırpınıyor. Her çocuk kendi ayakları üzerinde duracak, kanatlarıyla uçacak. Kimisi çiftçi, kimisi doktor olacak...