Arife günü her çeşmeden zemzem akar derlerdi. Parmak şekli verilmiş bol yumurtalı ve tereyağlı çörekler ters kapanmış sacın üzerine tezeklerle yakılmış korlu alevlerin arasında pişirilir, şehriye çorba, sini, yoğurtlu mantı, tavuk kesilmiş bulgur pilavı, turşu, kuru soğan destekli sofralar hazırlanır, köyün orantılı coğrafik mekanlarında gruplanmış oda mensuplarınca bir gün önceden hazırlanmış olurdu. Gün boyu yemek hazırlamış çörek etmiş, melefeleri yıkamış, oda temizliği yapmış kadınlar tüm aileyi arife suyuna çimdirdikten sonra mutlu bir bekleyiş içerisinde yatarlardı.
Sabah bayramın ayrı bir havası olurdu. Manevi huzur destekli, kalabalık insanlar ve bol ikramlı bir günün başlangıcı olacak diye disdiri kalkardık. Anneler çocuklarına sandıklarından çıkardıkları temiz çamaşırlar ve yıkanmış pantullarını giydirir, babalarıyla Bayram namazına gönderirlerdi. Namazdan çıktıktan sonra herkes evlerine yakın komşu odalarına gider, o oda için kendi evlerinde hazırlattıkları el içine çıkacak güzellikteki yemeklerini sinilerle odaya taşırlardı. 
Önce büyükler yerdi yemekleri. Hemen yanlarına çocuklar için bir sofra kurulurdu. Büyüklerden arta kalanları o ikinci sınıf sofrada bekleyen çocuklar, ağaç şimşir kaşıklarla canavar gibi yerlerdi. Ne kadar büyük adamlardı onlar yarabbi. Ne itibarlı insanlardı onlar. Sessiz bir oburluk yarışı içinde sürekli büyüklerin sofrasına bakarak artık haldeki yemekleri beklerdik. Büyüklerde çocuklar devam edecek diye yarıda keserek bol bol gönderirlerdi kalan yemekleri. 
Allahım ne keyifti, ne heyecandı o bekleyiş ve birliktelik. Çorbalar, tatlılar, mantılar, pilavlar… Fakir evlerden pilav, kumpür, yufka ekmek vs. gelirdi. Zengin evlerden şehriye çorba, gadeyif, sini, pahlavu, etli pilav, yoğurtlu mantı, içi kemikli pahla, sütlü, yımırta bişittirmesi falan gelirdi. Üzeyirin Goca çocukları pek düşünmeden gemikleri bile gemirerek gönderirdi yemekleri çocuk masasına.. Endişeyle onu seyrederdik. Bizim odaya o hiç gelmese derdik. 9-10 çocuk onu hiç sevmezdik. Nurettinin İhsan çocuklar yesin diye hiçbir yemeğe dokunmaz olduğu gibi bize gönderirdi. Elini öpenlere bir sürü şeker verir, kolonya dökerdi. 
Nerdeyse töhmelemiş bir şekilde sofralardan kalkardık. Köyde ne kadar oda var hepsini gezmeye başlardık. Kınalı Konya şekerlerinin bol olduğu odalarda kalabalık gruplar halinde oturmuş köy büyükleriyle bayramlaşırdık. Kaşifin Hacı Dayı’da aynı Nurettinin Ihsen gibi bol şeker verirdi. Hemen oraya koşardık. Bazıları bizi azarlardı. Onların odalarına çekinerek giderdik. Ama hiç bir odaya gitmemezlik yapmazdık. 
Bayram akşamları sıkıcı olurdu. Güzel bir gün bitmişti. Bir daha gelmesi için kocaman bir sene geçecekti. O zamanki bayramlar yine o zamanlar odalarda ikram edilen şekerler gibi kınalıydı. Asildi. O zaman köylü milletin efendisiydi. Ne büyük, ne onurlu, ne asil duruşları vardı onların. Her sözlerine rağbet edilir, böyük adam denilirdi onlara. En yaşlısı en itibarlısıydı. Yüz yaşına kadar yaşamak isterdik ki, o zaman herkes bize en büyük saygıyı gösterirler diye. 
Şimdi yine bayramlar gelip geçiyor.  Allah kabul etsin. Küsler yine küs, ikramlar eskisi kadar mutlu etmiyordu çocukları. Yaşlıları hatırlayanlar yok. Ortak yemek organizasyonları yok, çünki oda yok. Kopukluklar oluşmuş yama bile tutmuyor.
Haliyle hepimiz iç geçiriyoruz, “Nerde o eski bayramlar” diye….