YOZGAT insanının hikayesi hem saf hem de bir o kadar temizdir. Az ile yetinir, hakkı olanı bile istemeye çekinir. ''Başkasının hakkı geçerse'' diye düşünür. Türkiye'nin yönetiminde her dönem söz sahibi olmuştur, kültürde, sanatta, edebiyatta, bilimde, sağlıkta, teknolojide daha bir çok alanda birden fazla insan yetiştirmesine karşın, kendisini bir türlü anlatamadığı için garip kalmıştır.

Yozgat insanının garipliği, sessizliği, verilenle yetinmesi, devlete olan bağlılığı, millete olan saygısından kaynaklıdır. Bu özelliğinin sürekli istismar edilmesi bir dönemler 'İç Anadolu'nun Parisi' olarak adlandırılan, ticaretin, kültürün, edebiyatın merkezi olan Yozgat'ı günümüzde Türkiye'nin en geri kalmış ili, şehri olmasına neden olmuştur/olmaktadır.

Yozgat'ın yetiştirdiği, devletin önemli makamlarında bulunan/gelen isimler, bu imkanları Yozgat adına kullanmaktan uzak durmayı tercih etmiştir/etmektedir. Yukarıda da belirttiğim gibi, bunun nedeni ''Başkasının hakkı geçerse!'' endişesindendir. Birileri çıkıp da ''Devletin imkanlarını kendi memleketi için kullanıyor!'' der korkusu hep var olmuştur.

Her zaman temkinli davranmanın neden olduğu hava, beraberinde 'boşver' anlayışını hakim kılmıştır. Bugün Yozgat'ta yaşayan değerlere, Yozgat'a değer katanlara ''Bizim filanca(!)'' deyişimiz, atalarımızın bizlere miras bıraktığı tarihi yapılara ''Eski bir bina, çürük, yıkılsın yenisi yapılsın(!)'' anlayışımız hep bundandır.

Dertleniyoruz. Derdimize derman bulabilme adına yazıyoruz, oturup sohbet ediyoruz. Yozgat'ı kendisine dert yapanların, oturup konuşanların, yazıp, çizenlerin sayıları giderek azalıyor. Yaşarken değer vermediklerimize rahmete kavuştuktan sonra da aynı gözle bakıyoruz. Ama buna karşılık, bizim görmezden geldiklerimiz başkalarının kültüründe, sanatında, ticaretinde 'marka isim' olarak yer buluyor, bakıyoruz.