Toplumu meydana getiren bireyler, bireyselleşirseler sonucunun neler getireceğini düşünmek bile istemiyorum.
    Sokakta, caddede nerede olur ise olsun, imdat çığlığı atan bir kişinin imdadına yetişecek birey sayısı parmak hesabıyla çok azdır. Canı yanan insan imdat diye bağırır… Hiç kimsenin de imdat diye bağırmayacak garantisi yoktur.
    Yardımsallaşmakta, ticaret de her ne konuda olursa olsun bireyin kendisini düşünmesi “bana değmeyen yılan bin yaşasın!” sözünü hatırlatır.
    Bu sözün özüne inmenin hiçbir anlamı yoktur. Kişinin, bir gün gelir o yılanın kendisine de dokunacağını düşünmesi gerekir… Ama düşünmek istemez.
    Hırsızlar Tır'a eşya naklederken, komşulardan birisi “Kolay gelsin, taşınan mı var, gelen mi var?” diye sorduğunda, hırsız “yok taşınan var!” diye cevaplıyor…
    Komşusunu tanımayan komşu da! “hayırlı olsun” deyip uzaklaşıyor.
    Bu bağlamda “Komşuluk ölmüş…” tabiri caiz ise, yerine cuk diye oturmaktadır.
    Komşuluk öldüğü gibi, şahitlik de ölmüştür. “Aklın yoksa kefil ol, işin yoksa şahit ol” deyimi de, ölmüş komşuluğun devamı niteliğindedir.
    Ne kadar haklı olursan ol, şahit istendiğinde, dostlarının, arkadaşlarının birçoğu esha-bı keyf uykusuna yatarlar…
    Dostlarla sohbet de konu, komşuluk, şahitlik üzerine devam ederken, arkadaşın birisi “merhemin varsa başına çalacaksın, ne komşuluğu arkadaş, bu devirde komşuluk mu kaldı, dostluk mu kaldı, varsa yoksa kişisel menfaat var. Hırsız veya art niyetli birisi silahlı baskın yapıp, imdat diye bağırsan, sesini duyuracak adam bulunmaz…” dedi… Bir başka arkadaşın on-on iki yaşlarındaki oğlu da bizlerin konuşmalarını dinlemiş olacak ki, “amca, amca o durumlarda Yangın Var diyeceksin ki, cümle âlem kapıda soluğu alırlar…”
    Haniya derler ya , “Çocuktan al aklı.” İmdat yerine, demek ki, Yangın Var! Diye bağırmak en akıllıcası…