YAŞAMANIN en önemli koşulu yaşatmaktır. "İnsanı yaşat ki devlet yaşasın." der Şeyh Edebali. Bu söz, tarihimizden süregelen devlet geleneğinin de bir parçası.
Kaybolan bir deveyi aramak için koşan Halife Hz. Ömer, ne yaptığını soran Hz. Ali’ye; "Allah'a yemin ederim ki, Fırat kenarında bir koyun kaybolsa, korkarım ki kıyamet gününde onun bile hesabı Ömer'den sorulur!" diye cevap verir. İnsanın insana, doğaya, tüm canlılara karşı sorumluluğunu vurgulayan bu öğüt ve bakış açısı; çok partili parlamenter sistemde, özellikle 1970’li yıllardan günümüze, sadece "alkış almak, gönül almak, oy almak" için gündeme gelir oldu.
Sadece siyasetçiler ve devleti yönetenler değil, onları seçen bizler de bu sözleri bazen duyduk, düşündük, bazen de duymazlıktan geldik... Duymak, anlamak, sorumluluk hissetmek; sorumluluğun gereğini yapmayı gerektirir hiç kuşkusuz. Duymazlıktan gelmek ise kendinden sonrasını düşünmeyen bencil insan işidir.
Vatandaşın, bireyin duyarlılık ve sorumluluğu, demokrasilerde yasalarla belirlenmiş, eylem ve konuşma özgürlüğü, seçimlerde seçme hakkıdır. Bunların kısıtlandığı veya yok sayıldığı dönemlerde ya bedel ödemeyi göze almak ya da TV karşısında "Ah-vah!" diyerek seyirci kalmak kalıyor hepimize.
Geçtiğimiz hafta Hatay'da, yüzlerce insanın yıllardır ilmik ilmik alın teriyle var ettiği doğa ve içinde yaşadığı canlılar, yine insan eliyle yok edildi. Yangının tartışması birkaç gün devam etti, sonra kapandı.
Sokakta, iş yerlerinde, medyada, sosyal medyadaki tepkiler; ya hükümetin ya da muhalefetin görüşlerine onay vermek ya da taraf olmakla sınırlı kaldı. Çünkü ülkemizde yok olan değerler sonrasında, iletişim araçları kullanılarak her gün etkisi daha fazla belli olan bir kutuplaşma söz konusu “Benim insanım-senin insanın, benim hükümetim-senin hükumetin, benim devletim-senin devletin” ayrışması tehlikesini katlayarak artırıyor.
Orman yakanlar terörist mi?
Evet.
Niçin yaktılar?
Ülkeyi bölmek için.
Ormanı yakanlar bunu daha önce de çokça örneği olduğu gibi rant için, imara açmak için mi yaktılar?
Evet.
Yanan orman, yok olan içindeki canlılarla birlikte doğa ve yüzlerce insanın evi eşyası, tarlası, bostanı…
Bütün bu zalimlikler terör, yapanlar ise terörist değil mi?
Terörist.
Peki; o zaman tartışılan nedir?
Ülkeyi yönetenler, bu alçaklara siyasi bir gömlek giydirmeden terörist muamelesi yapsa, muhalefet bu alçaklara terörist dediği halde muhalefete "sizin teröristiniz" demese,
İktidarı muhalefeti el ele, "İster siyasi, ister rant, bunlar teröristtir. Çakmağı çakan da, çak diyen de cezasını çekecek, yanan alanlar ağaçlandırılacak, vatandaşın zararı son kuruşuna kadar ödenecek. Bunun takipçisi olacağız." açıklamasına imza atsalar, toplum "senin teröristin, benim teröristim" algısından kurtulup, ülkeye, doğaya, insana, yaşama sahip çıkmak için yarışmaz mı? 
Doğanın ve insanın; insan eliyle yok edilmesi, faillerinin ise siyaseten “senin insanın-benim insanım” ayrımcılığına tabii tutulması, “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın." geleneği üzerine kurulan bir devletin, Cumhuriyet değerlerinin yok edilmesi değil mi?
Kadın ve çocukların; ırz, mal, can düşmanlarını, emekçi insanları sömüren emek düşmanlarını, yasaların arkasından dolaştırıp aklamak, senin benim diye ayrıştırmak, “Fırat kenarında kaybolan kuzudan sorumluyum." diyen Hz. Ömerleri yok saymak değil mi?
Gelin bölünmeden, ayrışmadan Fırat’ın kenarında kaybolan kuzudan sorumlu olan, Cumhuriyet ve Demokrasiye sahip çıkan vatandaşlar olalım. Bu yönetim anlayışı ile ülkemize, devletimize, dini ve milli değerlerimize sahip çıkalım, sahip çıkacak siyasetçilere emanet edelim.
Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.” diyen Atatürk’ün açtığı TBMM’ye sahip çıkalım. Gece yarısı “Işıklarımız yanıyor.” tweeti atan AYM’nin de “Işıklarımız hiç sönmüyor.” diyen İç İsleri Bakanlığının da bizim olduğunu unutmayalım, siyasetçilere de unutturmayalım.