Şimdi nerde o bereket diye başlamak istiyorum sözlerime maalisef.. Bundan 30 yıl öncesinin Eylül günlerinde bir sabah kalkmışım gibi anlatacağım Yozgatımı sizlere.
    Kimi gırmızı kurutuyor, kimi gô pahla, kimi baldırcan….Kimi armut çırpıyor, kimi ceviz. Kimi elinde bel, suvan, kumpür söküyo. Çatısız damların üstünde farklı boylarda koparılıp dizilmiş kabaklar, bir sonraki yıla tohumluk olarak ayrılmış sarı renkte kocaman kocaman hıyarlar.. Değirmen belinden köye doğru gelen, mazıları yağlı, avaz avaz gıcılayan kağnılar…. Ağır ağır yürüyen koşu öküzleri ve  elinde nodullu mesesle keyifle türkü çığıran sahibi…. Arkasında bağ bozumundan gelen kadınlar, kanlı canlı sürekli bir şeyler yiyen çocuklar… Kiminin elinde kara üzüm, kiminin elinde gül üzümü, kiminin elinde armut, kiminin elinde kelek bostan, kiminin elinde şemşamer.… Her yer bolluk bereket. Kağnılar, at arabaları yüzlerce kilo üzüm yüklü. Pekmez oluklarına dökülmeden önce vasıtalar köy içinde genellikle cami önü, köprü başı ve koyun sürme mekanları gibi yerlerde sorutan kalabalık adamların yanına çekilir ve; “Allahını seven üzüm alsın” derler. Herkes alır ve “Maaşallah, Allah bereket versin, çoluğunla, çocuğunla güle güle ye” derler. Gerçekten de Allah bereketini verirdi. Yiyemeyeceğimiz kadar üzüm, yedi sülalemizi doyuracak kadar bostanlık kaldırırdık arazilerimizden.
    Sorgun’lu Galeyçi Aslan pekmez kaynatma mevsimi öncesinde Suna’nın örene körüğünü kurar,  teştleri, ilağenleri, küpeli gazanları, helkeleri, guşşeneleri gıcır gıcır galeylerdi. Hemen hemen de her evin önünde bulunan ağaç veya beton oluklara üzümler dökülür, saatlerce çıplak ayaklarla çiğnenirdi. Milyonlarca arı bu ortama refakat eder, kızdıklarında sokarlardı.
    Çiğnenen üzümlerin şırası, oluğun lülesinden helkelerle alınır, tandırdaki teştlere aktarılırdı. Altı sürekli dokküyle desteklenen ve ağır ağır kaynayan pekmeze Karakocaoğlu Kışlası Köyünün altlarından çıkarılan beyaz renkli alçıya benzeyen pekmez toprağı getirirlerdi. O toprak şıraya hangi aşamada katılırdı bilmiyorum ama tandır evlerinden öyle bir pekmez kokuları gelirdi ki, o ne biçim bir kokuydu Yarabbi… Kadınlar birbiriyle yarışırlardı ki benim pekmez falancanınkinden daha duru, daha renkli diyebilmek için.
    Hedikler de bu mevsimde kaynatılır, turşularda bu mevsimde vurulurdu. En iyi turşuyu Gubüşün Saadetin avradı Anşe bibi vururdu. Bi şekil kokardı o zaman köy. Bir tandırlıktan pekmez, bir tandırlıktan hedik, bir tandırlıktan ekmek,  bir tandırlıktan salça, bir hazın evinden turşu, bir oluktan çiğnenmiş üzüm şifi, bir dam başından elma kurusu, bir diğerinden erik, armut, ev önlerinde çakılı cereklere tefeklerinden asılmış misir, suvan, bostanlık bozuntularından sökülmüş kumpür, turp, pürçüklü vs.; manzara ve kokusunu tarif edecek kelime aklıma gelmiyor.… Adına bolluk bereket kokusu denilirdi nedense..
    Üzümden başka bir nimetten pekmez olmazdı o zamanlar. Bahar aylarında bağlar bellenir, çubukları budanır ve Allaha emanet edilir gelinirdi. Ne gübre, ne ilaç ne de abuk sabuk katkılar. Kuşlarda doyardı, böceklerde doyardı, yollardan gelip geçenlerde doyardı, bizde…. Hemde kana kana… Berrak berrak eşmeler, pınarlar olurdu bağların yanında. Gürül gürül akardı sular hep. Ağaçların başları, çayırların içleri, bozkırların araları türlü kuş yuvalarıyla dolu olurdu. Milyonlarca tür kelebeklerin hiç birinin rengi bir diğerine benzemezdi. Allah buraları birbirimize bolluk, bereket ve mutluluk üretip paylaşıyoruz diye hayvanlar, bitkiler ve bizlere ortak olarak tahsis etmişti.
    Ne oldu bilmiyorum bu kısa süre içerisinde. Atom bombası Hiroşima ve Nagazaki’ye atıldı bilirdik. Bizim oralara atılmış meğerse. Herkes göçtü bu cennet mekanlardan büyükşehirlerin gecekondularına, apartman kafeslerine… Kelebekler, kuşlar, böcekler, bağlar, bostanlar yok oldu coğrafyamızdan. Gürül gürül akan pınarlar kesildi, eşmeler kurudu, bentler yıkıldı, arkları ot bağladı, ırmaklar hem azaldı, hem kirlendi. İnsanlar yalan dolan ve hile ile birbirini kandırmaya başladı. Vallahi bu üzüm pekmezi diye  pancardan bidon bidon pekmez üretmeye, şeker ve glikozdan bal yapmaya, sütlerin yağlarını alarak yavanlaştırmaya, ilaçların etkisiyle tencerede bile büyüyüyen bitkilerden yetiştirip satmaya ve karşılığında hiçte yüzünü güldürmeyecek çabuk eriyen paralar kazanmaya başladığında Allah önce mutluluk damarlarını sonra da bereket köklerini kuruttu.
    Üstüne üstlük birde ağız tadımız ve güven duygularımız bozulunca isyankar ve hilekar olup çıktık bir anda…