Yıldızlarla ve özellikle Sabah Yıldızıyla yaptığı Sevgi dolu muhabbeti sabah Ezanıyla bölünüyordu Namazını kıldı içeriye gidecekti ki karşı komşusu Cafer amcasının yeni kiracısı ve ailenin dokuz - on yaşlarındaki oğluna kafası takıldı sabahın serinliğinde ve herkesin tatlı uykusunda iken o çocuk elinde bir sepet simit’i satmaya gidiyordu Çocuğa yüksek sesle çağırdım:
Çocuk bir çırpıda gelerek:
-Buyur amca dedi.
-İki simit verir misin” dedim. Çocuk küçük , küçük kestiği gazete parçalarından bir tanesine iki simidi sarıp sarmalayarak uzattı daha önce hazırladığım simitlerin parasını vererek simitçi Çocuğa sordum:
-O eve yenimi taşındınız.
Çocuk:
-Evet.
-Başka kardeşlerin falan var mı.
Çocuk:
-Var amca” dedi ve konuşmasına devam etti:
-Dört kardeşim birde annem var” dedi başını hafif eğerek durakladı.
-Ya baban dedim.
Çocuk çekingen ve bir şey söylemek istemiyormuş gibi utangaç tavrıyla:-O hapiste” dedi.
Oradan gitmek için yürüdü.
Gitmekte olan simitçiye tekrar seslendi ,Çocuk başını geriye çevirerek:
-Buyur amca” dedi.
-Öğleyin okula gitmek için eve geldiğinde artan simitlerin olursa bana getir ben satın alayım” dedim:
-Hayırlı işler diyerek.
Gönderdim , küçük Çocuk elindeki o simitleri satıp para kazanacak Evine çay şeker ve ekmek alacaktı.
Yoğun geçen gece ve sabahın gönülleri coşturan seher vaktinin ardından. Allah ne kısmet etmişse onlarla kahvaltısını yaptım. Eski ama temiz olan çarşafı somyanın üzerine serdirerek:
-Anacığım ben öğle Namazına kadar biraz istirahat edeyim” dedim.
Sessiz ve sedasız güzel bir uykunun ardından annem gelerek:
-Oğlum öğle Ezanı okundu. Kalk bak karşı komşular Haydar amcanın ceviz ağacının altına gene toplandılar seni istiyorlar:
-O!... olmazsa sohbetimizin tadı tuzu yok diyorlar” diyerek. Anamın sesi odanın içinde ışık saçarak yankılanıyordu.
Ceviz ağacının altındaki dostluk sohbetleri çok hoş geçi yordu.
Yan komşularımızdan Galip amca Köyünde yaylalarda çobanlık yaptığı Koyun sürülerini ve anılarını anlata , anlata bitiremiyordu.
Gece yarısı Koyunları yaylada yatırırken kendiside farkında olmayarak bir yılanın üzerine yatarak öldürdüğü o yılanı ballandırarak anlatıyor.
Palabıyıklarıyla herkesin dikkatini çeken Haydar ağabeyside Köyündeki çalıştırdığı su değirmenini anlatıyor ve beslediği kümes hayvanlarının arasındaki çilli horoza:
-Bir görseniz maşallah camız balağı gibi büyüktü” diyordu.
Astım hastalığından dolayı sigarayı hala bırakmayan ve omuzlarından soluyarak nefes almaya çalışan Ramazan yine her zamanki gibi hastanede ya bir doktoru azarlayıp dövüyor. Yada gittiği türküye büyük millet meclisinde bir millet vekilini tersliyor ve bal kaymak yemiş gibi ağzını şapırdatarak anlatıyordu.
Mama dayısı da gene nöbetçi amiri gibi Çocukları kovalayarak sohbete katılıyor.
Tiyatroda sahne düzenleyicisi Samsunlu Salim abi ise günlük gazetesi elinde sadece selam vererek geç ip gidiyordu.
Yolun karşı tarafında oturan Cafer amca da kendini ve yerleri incitmeden yavaş , yavaş yürüyerek geliyor: -Ömrüm şu yalan dünyada geldi geçti bitiyor bizim şu gece kondunun işini bitiremedim” diyerek sohbete katkıda bulunuyordu.
Bir taraf tanda dinden imandan ve Müslümanların gaflet uykusunu peygamberimiz (s.a.v) m in yaptıkları güzellikleri ve güzel sözlerinden anlatıyorduk.
Ramazan beni!.. kastederek:
-Saz çaldığın o günleri unutup şimdi başımıza sofimi kesildin diye sohbeti bölüyordu.
Komşunun küçük çocuğu Hasan can benim dışarıda olduğumu görerek ve koşarak geldi yanıma. Altı yaşlarındaki Hasan can benim ellerimden sıkıca tutarak ve gözlerimin içine bakarak:
-Beni yanından ayırma” diyerek gözlerinden Sevgi bakışlarıyla da süzüyordu ve hafif mırıldanarak:
-Amca ben hep senin yanında kalıp bir şeye ihtiyacın olursa koşarak getirir götürürüm” diyerek bir düşküne yardım etmenin tadını benim yanımda doyasıya yaşıyordu.
Yanımızda bulunan Galip amca bir anda Hasan canın Sevgi muhabbetini böldü ve Hasan canı azarlayarak:
-Biz burada sohbet ediyoruz haydi sen git şu ilerdeki çocuklarla oyna” dedi.
Ben derhal tepki gösterdim . Galip amcanın öfkesini bölerek:
-Azarlama bu Çocuğu o benim arkadaşım!...” diyerek Hasan cana cebimden çıkardığım bir şekeri vererek ve koruma tavırlarıyla ona güven veriyordum.
İşittiği azardan etkilenen Hasan canı biraz rahatlatmak için seslenerek: -Hasan can sen Namazını kıldın mı” dedim.
Hasan can:
-Hayır kılmadım.
-Hadi eve git sen Namazını kıl daha sonra görüşürüz” diye.
Hasanı yanımızdan uzaklaştırdığımı sanıyordum çok geçmeden Hasan tekrar geldi.
Bizim hararetli geçen sohbeti dinliyor ve arada bir bende katkıda bulunarak konuşuyordum.
Hasan benim gözlerime bakarak dikkatimi çekmeye çalışıyordu ve dikkatli bakışlarıyla sorular soruyormuş ta cevaplarını bekliyormuş gibi bir hali vardı sonunda dayanamayarak sordu:
-Amca ben Namazımı kıldım neden Allah kabul etsin demiyorsun?” diyerek benden o bakışlarıyla anlayamadığımı o küçücük diliyle anlatarak.
Bizlerin düşünen beynini kilitledi ve güzel geçtiğini sandığımız o sohbetin havasını bir anda değiştirdi.
Çiçekler artık Hasana gülüyor güller yeniden açıyordu yollardaki tozlar artık Hasanın gözlerine gitmeyerek onu rahatsız etmiyorlardı çünkü Hasan can Namazını kılmış Rabbinin bir emrini yerine getirmenin mutluluğunu yaşıyor ve bizlerle paylaşıyordu.
Selam ve dua’larımla…