Şefaatli ilçemizi bilirsiniz. Son zamanlarda çevresinde ve köylerinde üzümleri, elmaları, bağları, bostanları ile sanki Yozgat'ın altın gerdanlığı gibi güzellikleri içinde barındıran, çalışkan, üretken, gönüldaş, misafirperver ve candan insanların yaşadığı bir ilçemizdir. Şefaatli'de dağ denilebilecek  bir yükseklik yok. Arazisi Delice Irmağının iki yanında uzanan dalgalı düzlüklerden oluşuyor.. Bu dalgalı düzlükler ilçe sınırları dışındaki yayla ve dağlara kadar uzanıyor.. Karanlıkdere vadisi, Delice'nin içinden geçtiği bağ ve bahçelerle dolu güzel manzaralı bir vadi.
    Aksu ve Karasu suları Şefaatli merkezinde birleşerek, Delice ırmak adını alıyor. Bahar aylarında Delice Irmak'ı besleyen çok sayıda küçük derelerin yatakları, tepeleri yararak Delice ırmağına ulaşıyor. Humuslu cinsinden toprakları arazi yapısındaki en verimli ekim alanları.
    Şefaatli aslında sık yolumun düşmediği bana sapa gelen bir bölgemizdir. Bir akrabamızın trenle gidecek yükünü, taşınacağı yeni adresine göndermek için yolumuz düştü. İyiki de düşmüş. Ne güzel olmuş, göze ne hoş gözüküyordu Şefaatli. Yetkililer  gecesini gündüzüne katmış, saygı duyulacak emekler vermiş. Güzelleştirmiş bu şirin ilçemizi.
    Perşembe pazarının kurulduğu güne denk geldi Şefaatli'de oluşumuz. Canlı kazların, hindilerin, yoğurt, peynir, bulgur, yarma satan köylülerin bulunduğu alanları geziyorduk. Tam o sırada parasını alın teriyle helal olarak kazandığı belli, soğukkuyu lastik ayakkabılı, 75-80 yaşlarında, çalışma dirisi, güneşten bozarmış kadife ceketli, işlikli, boğazının son düğmesine kadar ilikli oduncu gömleği ve kalın bir astarlı pantolonuyla geleneksel bir kreasyon çizen nur yüzlü, sakallı, sert mizaçlı ve yüzü umut dolu bir emmimiz, sırtına kocaman küpeli bir kazan almış ve keyifle köyüne gidecek traktörlere doğru gidiyordu.
    Şöyle bir duraklayarak baktım. Bu manzarayı ben 25-30 yıl önceden hatırlıyordum. Aklıma eski yıllardaki Sorgun Perşembe Pazarındaki teştler, ilağançeler, helkeler, guşşeneler, ırbıhlar, el ilağanleri, guzu gazanları, kağnı çuvalları, yabalar, dirgenler, yularlar, urganlar, burunsalıklar, zikkeler, örsler, tırpanlar, anadutlar, yangayişleri, at arabası tekerleri, sormuk şekerleri, batmanlık tartılar, turşuluk dulekler, allı yeşilli naylon kadın ayakkabıları, kilteler, palaskalar, pazenler, basmalar, bürükler, düvenler, üstü yün minderli eşeklere binmiş temiz şapkalı adamlar, kağnılarla üzüm satan köylüler, heybelerine gazyağı tenekeleri yerleştirip içlerine üzüm, armut, domates doldurup pazara satmaya getirenler, vs. vs.. Gözümde o zamanların doğal, samimi, hilesiz, çoğu takas usulüyle yapılan alışverişlerin yaşandığı yıllar aklıma geldi. Hüzünlendim.
    Dedim ki kendi kendime; rondoların, robotların, kombilerin, mikserlerin, pratik ev eşyalarının bit pazarlarına düştüğü şu günlerde koskoca ve hantal görüntülü küpeli kazanın işi neydi acaba.. Kola içiyorduk. Güzel emmimizi çevirdik ve onada ikram ettik. Sırtından küpeli kazanı indirdik ve oturuverdik bir köşeye. -Ne yapacaksın emmi bu kazanı dedim. Orlon takkesini çıkardı, kafasının terini sildi, takkeyi şöyle bir çırptı ve; Vay yavrum vayy. küpeli gazan gibi malın olsun emşerim. Allah muhanet gapısına düşürmesin kimseyi dedi. Bekmezini gaynat, hediğini gaynat, pelveni gaynat, neye yaramazki bu gurban olduğum hacet.. Hay ömrü uzun olsun o ihtiyar emmimizin. Sağlıklı ve mutlu yaşasın emi... Öyle bir güzel nostalji yaşattı ki bize.. Yıllar önce geçmiş onlarca seneyi canlandırdı gözümde. Ruhuma huzur verip, özlemlerimi giderdi. Bilmem ki nedense paylaşmak istedim bu manzarayı sizlerle..
    Saygılarımla…