Gün yine hilekar bakışlarıyla uzaktan gülümsedi.
    Bir tebessümdü aradığım, yumuşak bir dokunuştu beklediğim, sımsıcak bir “günaydın” diyen sesti duymak istediğim.
    Hiçbiri yoktu bu sabah ve harabe yalnızlığım çığ gibi büyümekteydi.
    Önce duvarlarımla söyleştim sonra karanlık koridorumla.
    Dedim ki; yaşamak denilen şey bu mu?
    Hicran gözyaşlarını süzüp süzüp içmek mi?
    Yavan ekmeğime yüreğimi doğrayıp doğrayıp yemek mi?        
    Ses etmediler, her zamanki o donuk bakışlarıyla öylece karşımda durdular.
    Kuytularda kalmış, paramparça benliğimi soyutup giydiremedim yün kumaşlarla, her yanım delik deşik.
    Özgüvenimi yitirdiğim koridorlar şahittir sevginin kalbimi terk edişine ve buz duvarlar en büyük tanığımdır.
    Yaralarıma aşk iksiri süremediğime.
        Merhemsiz bir illetin pençesinde kıvranıyorum.
    Alternatif derman yok gönlüme.
    Usumun benden ayrılışını gözlemliyorum kalbimin o derin çukurunda ve kalbim sevgisiz.
    Ne yapacağını şaşırmış şaşkının titreyen dizleriyle, çöl ortasında damlaya muhtaç seyyahın, son bakışındaki ümitle, ümit arasında ki acizlikle gidip geliyorum, yaşamın nefes alan medcezirlerinde.
    Aralardayım, aradayım, öylesineyim, öyleyim işte.
    Susuzum, dermansızım, dualar beynimin içinde çınlıyor;
    “Ya rabbi al açığım üşüyorum.
    Perme perişanım bütün azalarım üryan. Sana gelmişim ya rabbi sana.
    Yakaran ellerimi boş çevirme, son nefesimden önce sevgiyi üfür görmeyen gözlerime.
    Bedbahtım Allah’ım bedbaht, meyilim hep senden yana lakin aşkı bindir sırtıma ve müebbet olsun bu cezam ya rabbi müebbet…”     İşte böyle perişanlığım paçamdan akıyor.
    Ne yana baksam soluk izler ve benden giden nice sevgiler.
    Şimdi düşmüşüm benden içeri ve soruyorum;
    “Neredesin ey! Sevgi?”
    Ses gelmese de gönül çarkıma, ben benden gidiyorum karanlıklara ve bu karanlıklar aydınlığa çıkana, kalbim yolun düzünü bulana kadar da gideceğim..   
    “Sevgisiz yaşamaktansa, hakka yürümeyi her şeyden yeğ bilirim.”