ÖĞRETMEN olmayı çok istiyordum.
“Kız çocukları okur muymuş?...” diyerek babam beni okula salmadı.
Biz de “Anaya, babaya saygı başta gelir onlar ne yaparsa doğrusunu yapar” diyorduk.
Sekiz yaşlarında idim, okulu ve bahçesinde oynayan o çocukları çok seviyorum.
Bu yüzden olacak ki, okulun yanında bahçemiz var.
Her gün olmasa da haftada bir kaç gün kendi bahçemize gider, ayva ağacı okul bahçesine yakın olduğu için ayva dalına çıkar ve saatlerce öğretmenleri çocukların oyunlarını seyrederdim.
Yine bir gün, o ayva dalına çıktım.
Kızların ip atlayışlarını ve erkek çocukların koşuşmalarını seyrederek kendimi adeta onların arasında koşup geziyormuş gibi hissediyordum.
Babam yanıma gelmiş, hiç görmedim.
Bana seslenerek;
-Ne yapıyorsun!.... dişi kediler gibi dalın başında? diyerek kalın sesiyle kükredi ve ben bir an panikleyerek çok korktum ve korkudan ayva ağacından aşağıya düştüm. Kendimi kaybetmiş ve bayılmışım.
Beni eve götürmüşler, orada da ayılıp kendime gelmeyince vilayette devlet hastanesine götürmüşler.
Aylarca hastanede kaldım.
Netice olarak, boynum kırılmış ve boynumdan aşağısı felçli!... olarak yaşamaya başladım.
Ellerim, ayaklarım bana küstüler, benimle konuşmuyorlar.
Beni de her zamanki oturduğum o pencerenin önüne annem getiriyor.
Sonradan edindiğim dostlarım serçelerle gökyüzünde dalgalanarak uçan güvercinlerle dostluklarımızı geliştiriyor ve onlarla oyunlar oynuyorum.
Penceremin önünde gördüğün kırmızı açan gülleri göz yaşlarımla suluyor ve Ulu Tepe’de kına rengi kayanın yanına giderek kaybolan evladı için feryat eden babayı seyrediyordum.
Taa ki, kar taneleri seni benim karşıma getirene kadar...
Söyle öğretmen, hiç elinden bir kuş kaçtı mı?.
Benim gönül kuşum kaçtı.
O da kanatlanıp uçarak sana kondu.
Ona iyi bak, olmaz mı?
Yem istemez, su istemez...
Onun tek isteği var, o da Sevgi ve ne olur onu incitme. Eğer istemezsen gönül kuşumu uçur, o geri gelir.
Selam ve duayla kal.Öğretmen…
Selam ve dualarımla.