1999’daki o büyük Gölcük depreminden sonra uzmanlar; “Türkiye bir deprem ülkesidir, depremle yaşamaya alışmak zorundayız” dediklerinde şaşırmış, bir o kadar da korkmuştuk.
Depremle nasıl yaşanırdı ki? Altımızdaki zemin, evlerimiz beşik gibi sallanırken nasıl kurtulabilirdik? Uzmanların her an deprem olabilir açıklamalarına rağmen başımızı yastığa nasıl olur da rahat koyabilirdik?..
1999’dan sonra; 2002 Afyon, 2003 Bingöl, 2010 Elazığ ve 2011 Van depremleri gibi, yüzlerce insanımızın canına mal olan yıkımlarla karşılaştık ama yine de depremle yaşamaya alışamadık.
Depreme alışmadığımız gibi ne yaşadıklarımızdan ders aldık, ne de önlem alma gayretinde olduk. Özetle; millet olarak, doğal afet de olsa, başımıza gelenlerden ders almadık diyebilirim.
Van’da yaşadığımız son büyük deprem olduğunda hükümetin çözüm süreci hızla sürdürülüyordu.
Amaç; Kürt sorununun çözülmesi, PKK’nın silah bırakmasıydı. Artık ülkede kan dökülmeyecekti...
Hükümetin niyeti iyi olsa da, karşı taraf, çözüm sürecini bir tür yeniden yapılanma ve toparlanma süreci olarak kendi lehine kullandı. Haliyle bu süreç, çözümden çok çözümsüzlük getirdi.
Bugün kördüğüme dönen sürecin devam ettiği yıllarda, terör örgütü üyeleri dağdan şehre indiler, sempatizanları daha rahat hareket ettiler, hatta meclisteki temsilcileri de gün be gün güçlendi.
Durum öyle bir hal aldı ki; sabah polise kurşun sıkan teröristlerin taziye çadırlarını vekillerin ziyaret etmelerini, Ankara’da onlarca sivilin hayatını kaybettiği terör saldırısının olduğu gün, teröristin cenazesine katılan vekillerin, “Direnen gençlerimizle gurur duyuyoruz” diye açıklama yapmasını normal karşılamamızı beklediler!
Vaktiyle bu vekillerin partisi seçim barajını aştı diye sevinenler acaba bugün hangi hâlet-i ruhiyedirler?..
Bu yaşananların ardından, milletvekilliği dokunulmazlıklarının kaldırılması tekrar gündeme geldi. Bence çok geç kalınmış bir adım. Umarım bu adımla; meclisin ve milletvekilliği makamının, teröre ve terörü haklı gösterme çabalarına alet edilmesinin önüne geçilir.
Askerimize, polisimize, korucumuza yıllardır kurşun sıkanlar, Türkiye’nin göbeğinde art arda bombalar patlatmaya başladılar. Durakta otobüs bekleyen garibanın bile canına kastettiler. Hem de yaşlı, çocuk demeden...
Bu canilerin amaçlarının insanımızı korkutup sindirmek olduğunu anlayan, sağcısı, solcusu, milliyetçisi, muhafazakârı her vatandaşımız, son zamanlarda yaşanan bu saldırıları hep bir ağızdan kınıyor ve teröre lanet okuyor. Olması gereken de budur.
Masumları hedef alan, yüreğimizi yakan bu olaylar devam ederken, özellikle sosyal medyada “Terörle yaşamaya alışmalıyız” türünden mesajlar yayılmaya başladı.
Son yıllarda ülkemize kasteden terör örgütlerin sayısı artsa da, hepsinin amaçları belli; bir kaos ortamı oluşturmak için ellerinden geleni yapan bu caniler, neredeyse 40 yıldır başımıza bela olan terör illetini şehirlerimizde, hatta sokaklarımızda kabullenmemizi bekliyorlar.
Yazımın başında depremden bahsetmiştim ya! İşte bu millet, her an olabileceğini bildiği halde depreme bile alışmamış -ki öleceğini bilse, sokağındaki terörle yaşamaya alışabilir mi?
Korkar mı bu millet, siner mi bir kenara oturup?
Dün yaşananları, bugün yaşadıklarımızı ve tarihimizi iyi okumamız gerek. 
Dinimizin ilk emri "OKU!" Milli marşımızın ilk kelimesi "KORKMA!"
Velhâsıl; okursak biliriz, bilirsek korkmayız!