Yozgat, Sorgun, Şefaatli ve Sarıkaya idari sınırlarının birleşimindeki köylerde yaşayan ve yaşı 35’in üzerinde olanlar bir düşünsün. Düğünleri çalan davul ve zurna ekibi kimlerdi…. Eminim ki, yüzde 80’i Gışla’lı Hidayet ve Alcı’lı Karaca diyeceklerdir.
Bu gönül adamları aralarındaki coğrafik uzaklığa bakmaksızın her zaman bir araya gelirler ve yorucu pazarlık etmeksizin herkesin düğününü çalarlardı.
Ve hatta çoğu garibanın düğünlerini ücret almadan çalarlar, hayır dualarını aldık diye daha da sevinirlerdi.
Neşeli bir adamdı Karaca Dayı. Zurnasını çalarken halay ekibinin içine dalar, ritmik hareketleriyle hem halay çeker, hem de zurnasını çalardı. Davulunun üzerinde kenarları güllerle süslü “Hasret Kavuşturan” yazardı.
Mükemmel Birinci cuvarası içerdi. Canik marka soğukkuyu ayakkabı giyer, Meryem halanın örmüş olduğu beyaz renkli yün çorapları siyah kadife pantolonunun üzerine çekerdi. Eskiliğinden meşinlenmiş bir kadife ceketiyle kreasyonunu tamamlardı.
Zurna çalarken nefesini nasıl kullanırdı bilmiyorum ama nefes darlığı rahatsızlığı vardı. Avurdu çok genişti. Zurna çalarken boynu, kurbağa gırtlağı gibi şişer ve inerdi. Hele de gelin evden çıkarken “Baş Bağlama” esnasında şimdi hatırlayamıyorum ama acıklı bir hava çalardı ki, ağlamayan anaya, babaya kimse rastlayamazdı. Biz çocuk olmamıza rağmen içimiz burkulur ve ağlamaklı olurduk.
Tam bir Türk geleneğiyle, ses kirliliği yaratmadan, etrafı rahatsız etmeden, kol kola  çekilen dostani halayların müziğini sergilerdi onlar.
Gışla’lı Hidayet Dayı çok mütavazi ve kalender bir adamdı. Aynen Karaca Dayı gibi cömert ve engin gönüllüydü.
Zaten karekterleri birbirine benzemese arkadaş olurlarmıydı. Sadece düğünlerdemi giyerdi bilmiyorum ama ben onu hep yeşil bir ceket, sarı bir ayakkabıyla görürdüm.
Davul ve zurna çalıp yorulduktan sonra düğün odasına çay ve yemek yeme istirahatine çekilirler, köy büyükleriyle sohbete koyulurlardı. Hidayet Dayı çok bilgiliydi. Gündemdeki siyaseti, uluslarası boyutlarını ve mevcut ekonomik yapıyı gayet mantıklı değerlendirir, anlamlı çözüm önerilerinde bulunurdu.  Ne kadar güzel ve imrenilecek bir arkadaşlıkları vardı.
O zaman derdim ki büyüyünce bende onlar gibi olmak istiyorum. Karda kışta biz köyden dışarı çıkamaz, hiç bir yeri göremezken onları yün minderli at arabaları geliyor ve değişik köylere düğünlere götürüyorlar derdim imrenirdim. Hep günleri neşe, oyun, şarkı, türkü ve eğlence dolu mekanlarda geçiyor diye hayıflanırdım.
Ne kadar güzel gönül adamlarıydı onlar. Başka köylere de gitseler çocuklar, büyükler hepside onları tanırlardı.
    Kimseyi kırmaz incitmezlerdi. Düğünlerde dağıtılan leblebi, sarıüzüm ve kabuklu fıstıklardan oluşan çerezlerden paylarına düşenleri yanlarındaki çocuklara verirlerdi. Allah her ikisinide rahmet eylesin. Mekanları cennet olsun.
Huzur içinde yatsınlar.