ANADOLU'NUN orta yerinde iki tepenin ortasına kurulmuş, bir meydandan, bir hükümet konağından oluşan şirin şehirlerden birisinden bahsedelim bugün. Orta halli insanların dünyasına  ışık tutma, inceleme bakımından kaleme alınmış bu yazının kişi, kurum ve kuruluşlar bakımından kimseyle derdi olmadığı gibi, yazarın yani benim deli aklımdan süzülmüş bir kaç fikir kırıntısından başkaca hükmü de yoktur.
Doksanyedi yıllık Cumhuriyet tarihinde altmış altı numaralı künye ile iki tepenin ortasından dışarı çıkamamış, sürekli göç vermiş, ülke yetmemiş Frenk illerine kadar nam salmış bir şehirdir Yozgat. İktidarların siyasi görüşü hangisi ise orada yer almış, muktedir kişiler yetiştirmiş ve bununla her daim övünen kişidir Yozgatlı. Milli parkı  ve milli yemeklerinden  bir adım öteye gidememiş, yaz gündemi çamlık kış gündemi ise arabaşı olarak belirlenmiştir. Yazları kurak kışları soğuk geçerken her daim Yaradana şükür etmiştir. Kamu müesselerinden geçinen ekonomisi bir seviye yukarıya asla taşınanamış, bazı hayallere bel bağlamış (Askeri Eğitim Birliği vb) ve bu hayaller yine devletten beslenmekten öteye geçmemiştir.
Ülkenin kalkınma planları yapılırken bir türlü o kağıt parçalarında kendi yer bulamamış ve bu unutulmayı şehir efsanesi cezalara bağlamış kendini teselli etmiştir. Sırtını devlete yaslamaktan başka çaresinin olmadığına inandırılmış ahali her seçim dönemi güçlü olan oluşuma yüklenmiştir bütün gücüyle. Burada şöyle bir parantez açmak gerekirse sanayi devrimi sonrası dünyada sınıflar oluşurken öncesinde Osmanlı sonrasında Cumhuriyet döneminde Türk insanı bu akımların dışında kalmış ve biraz da iktidarların korkusuyla sınıfsız bir toplum oluşmuştur. Sermayenin ve onun altındaki işçi sınıfının yerleştiği bir kaç şehir haricinde tek çarenin devlet olduğu Anadolu şehirleri sürekli küçülme eğiliminde bulunmuştur. 
Küçük şehirlerde sermaye öncelikle "eşraf" elinde toplandığı ve eşrafın da teşebbüs konusunda korkak olması ve mevcudu koruma eğiliminde bulunması  neticesiyle  kurulmuş olan organize sanayi bölgeleri ve teşvikler  bile ekonomiyi canlandırmaya yetmemiştir. Öyle ki şehre ait bir futbol takımı bile şehir sermayesinin desteğini alamadığından diplerde sürünmektedir.
Örnekleme ile anlatırsak; devletten yıllarca fabrika bekleyen ahali bunun yerine sermaye birlikteliği ile kendi fabrikasını kurup, hem işveren hem de çalışan olarak birden fazla fabrika ve işletmeyi hayata geçirebilirdi. Fakat taşın elini ezeceğinden korkan para sahipleri her konuda olduğu gibi topu devlete ve siyasete atıp arabaşı sofralarında caka satmaktan öteye gidememiştir. Şehirde işleyen iki fabrika vardır: Haset ve fesat! 
Gelelim devlet yatırımlarına. Fabrika, işletme ve benzeri olarak beklenen yatırımlar ülkede ekonomik yapının değişip, devletçi ekonomi terkedildiği ve serbest piyasa ekonomisine geçilmesi nedeniyle şekil değiştirip, yol, hastane, raylı sistem gibi yeni yatırım tarzlarıyla şehre yağmur gibi yağmış ama şehrimizin iki tepe arasında olmasından dolayı  yağmasıyla birlikte tekrar Sarıhacılı istikametinden sel olup büyükşehirlere akıp gitmiştir. Bütün devlet büyüklerimizin şehrimize gelişlerinde bahsettiği çok büyük meblağların bu şehirde kalmayıp da gittiğinden ne derece bilgisi var bilmiyorum, ama tablo ortada duruyor. Sadece son yirmi yılda bu şehre yapılan yatırımların  yüzde onu bile bize nasip olmamıştır.
Bu konuyu da hastane üzerinden örnekleyelim. Yedi yıl önce 140 milyon Euro yatırım bedeliyle müjdesini aldığımız hastane inşaatının şehir ekonomisine zaruri ihtiyaçtan başka bir faydası olmamıştır. Şehrimizde o tarz bir binayı yüklenecek şirket olmadığından ihaleyi alma şansımız yoktu fakat inşaatın yapım aşamalarında Yozgatlı firmaların taşeronluk yapma ihtimali vardı. Bütün büyük projelerde olduğu gibi yüklenici firma işçi ve lojistiğini beraberinde getirmiş ve paranın tamamını da alıp buradan gitmiştir. Devletimizin size '140 milyon euro yatırım yaptık' demesi kağıt üstünde bir gerçekken günlük hayatta o paranın nerenizden belli olduğuna da artık siz bakın. Bize bu yatırımı sağlayan siyasi ve devlet adamlarına müteşekkir olmaktan bir adım öteye geçip, yeğenim, emmim, dayım orada işe girer çabasından sıyrılıp, şehrin vekillerinin, idarecilerinin eteğine tutunup da o firma sahiplerinin kapısını çalıp, "bu para bu şehrin parasıdır, sen kărını al git, gerisi bizim" diyen çıktı mı aramızdan ben bilmiyorum. Ya da idareci ya da vekillerin o firmalara gidip "bu para bu şehirde kalacak!" dediğini de duymadım.
İçinden yol geçen şehirlerin kaderi hiç değişmemiştir. Her an sizi buradan alıp götürecek bir vasıtanın bulunmasının verdiği rahatlık geride kalanların halini sizlere  hep unuturmuş ve unutturacaktır. 
Yukarıda özet geçtiğim, geçmeye çalıştım ekonomik durumlardan hepimiz sorumluyuz. Kimseyi suçlayamam, kendimden başlarım suçlamaya. Çünkü bir idarecinin kapısını çalıp, benim hakkımı ara demişliğim yoktur. Ben o kapıyı çalsaydım, o da gidip Ankara'da başka bir kapıyı çalardı. Askeri birlik tarzı üç kuruşluk yatırımlar beklerken kaybolan katrilyonların acısı içime oturdu bu yazıyı yazarken. Geç değil, şehrimize yapılacak daha bir çok devlet projesi var. Bırakalım "el adamı" seviciliğiliğini artık. Esnaf odalarıyla, ticaret odalarıyla, belediyemiz ve valiliğimizle ve vekillerimizle var mısınız hep beraber hakkımız olana sahip çıkmaya? Sadece Yozgat'a değil Yozgatlıya da sahip çıkmaya.. 
Sağlıcakla kalınız.