GEÇTİĞİMİZ Cuma günü saat üç sularında Türkiye’yi derinden üzen bir doğa hadisesi yaşandı. Kurtuluş Savaşımızın ilk ateşlemesinin yapıldığı yiğit İzmir’de, merkezi Seferihisar ilçesi olan deprem meydana geldi. Deprem kuşağında olan ülkemiz tedbirli olması gerekirken yine içimiz sızlatan görüntüler ortaya çıktı.
Üzüntümüzü sonuna kadar yaşamak ve hissetmek gerekir. Ama bunu böyle bırakmamak lazımdır. Bizim hatamız dibine kadar yaşamak sonrada bilinçaltına atıp unutmaya terk etmektir. Kısaca tepkilerimiz anlıktır, olumlu veya olumsuz tepkilerimiz karşılığımız o anlar için geçerlidir.
Olması gereken olayın/olayların dünü, bugünü ve bunlardan ders çıkararak yarınlarını kurtarmak için tartışmak, irdelemek gerekir.
Siz değerli okuyucularıma İzmir depreminden birkaç örnek nakledeceğim.
•Türk insanı çok cesurdur. Böyle toplumsal acılarımızda kendi canını, sağlığını fazla düşünmez (duygusal millet oluşumuzun sonucu). İzmir’de 11 katlı bir binanın ilk üç katı deprem sırasında çökmüş, binanın kalan kısmı da yan yatmış. Pratik zekâlı Türk aklı üç vinç yardımıyla binaya devrilmesin diye destek veriyor, bu büyük tehlike altında da onlarca insanımız çöken katlarda kalan insanımızı kurtarmak için çalışıyor.
•Bayraklı ilçesinde yıkılan iki binaya 2012 de ve 2018 de belediyece çürük riskli raporu verilmiş. Çürük raporu verilen yere ne belediye, ne ilgili kurumlarımız ne de içinde canlarının yaşadığı insanımız tedbir almak, boşaltmak adına tepki vermemiş. 
•Yıkılan bir binanın zemin katının duvarları ve orta kolonları kaldırılmış ve pencere haline getirilmiş. Yani binanın kapasitesi aştığı zaman çökme zaten olacak demektir. Desteğinin önemli bölümleri yok edilmiş. Deprem oluncada bu sonuç çabuklaşmış.  Basından okuduğumuza göre Prof.Dr. Oğuz Çelik  böyle yerlere “Bomba kat” adını veriyor. Bunlar olurken ne belediye, nede ilgili kuruluşlar ve içinde yaşayanlar hiç tepki göstermemişler.
•Yakın geçmişte “İmar Barışı” yasası yürürlüğe girdi. Kaçak yapılan binalar vergisini ödemek şartıyla ruhsatlandırılacaktı. Bu yasadan yaralanmak için müracaat yapan İllerin birinciliğini yine İstanbul yarken ikinciliğini de 811 bin 453 bina ile İzmir ili gelmektedir.
Bu örnekler ışığında hastalığımızı ortaya çıkmaktadır. Bugünkü olayların ilk sorumlusu “Bina yönetmeliği” ni kapsamlı hazırlayıp uygulatmayan devlettir, devleti yönetenlerdir.  Devamında ise yönetmeliğe göre denetleyip takibini yapmayan ve işlem yeterli olmadan ruhsat veren STK ve resmi kurum ve kişilerdir.
Düzgün zemin çalışması yapılmadan, inşaata başlamak ve başlatmak başlı başına bir cinayettir. Zemin etüdüne göre teknik fiziki gelişmelerine izin veren ve takibini yapanlar da sivil ve resmi kurum ve kuruluşlardır.
Birde basit bir kar uğruna, gerekli etüt çalışması yaptırmayan, yeterli çimento, demir kullandırmayan, kumdan bile çıkar elde eden, aç gözlülük yaparak insan canına kast eden müttehitlerinde dikkatle takip gerekir. 
Bürokrasisinde olduğum zamanda ve halende ısrarla savunduğum “devri sabık'' yaratılmasıdır. Yani dünkü suç işleyenlerden bugün yargı önünde hesap sorulmasıdır. 
Dikkatli olunması dileğiyle.