1881’de bir mucize doğdu. Gökyüzünün mavisi bir başka oldu. Yeryüzü bir başka güzelleşti. Bir bebeğin masmavi gözleri, bir bakış attı bağımsızlığa. O büyüdükçe, bağımsızlık aşkı da büyüdü. Baktığı, dokunduğu, uğradığı, gittiği her yere bağımsızlık ateşini yanında taşıdı. Çaktı çakmak gözlerini, ateş aldı egemenlik.
Dedi: “Ya istiklâl, ya ölüm!”
O, bir büyücü değildi. Sihirli değneği de yoktu. Onu üstün kılan, deha yapan, liderlik makamına ulaştıran ve en önemlisi de bir milletin atası yapan şey; zekâsı, bilgisi, ileri görüşlülüğü, vatan ve millet sevgisi, kendisine ve milletine olan inancıydı.
Dedi: “Milletimiz çok büyüktür. Hiç korkmayalım. O, esaret ve aşağılığı kabul etmez…”
Samsun’dan kükredi dev adam. Anadolu şaha kalktı.
Dedi: “Endişelenme! Geldikleri gibi giderler!”
Bir tas hoşaf ve kurumuş bir dilim ekmekle cephelerden zafer yağdı topraklarımıza.
Dedi: ”Efendiler yarın Cumhuriyeti ilan edeceğiz!” 
Ve 1919, şimdi ise 2019! 
Üzülerek şahit oluyorum ki; artık hakarete maruz kalıyor Ata’m, bağımsızlık yolunda verdiği mücadelesi inkâr ediliyor, daha da kötüsü küfrediliyor. 
Yozgatlılar, ülkemizin esaret zincirini kırmasının yegâne sebebi Atatürk’ü, 1924 ve 1934’de coşkuyla karşıladı. Atatürk, Yozgat’ın milli mücadele yıllarındaki kahramanlığına teşekkürünü: “Bozok yaylasının yiğit evlatları, var olun!” şeklinde ifade etti. 
Şimdi ise Atatürk hakkında benim de zaman zaman şahit olduğum kötü konuşmalar yapılıyor. Sosyal medya bu iş için araç olarak kullanılıyor. Bir küfür ediyorsun Yozgat’tan, Yozgat dışında yaşayan hemşehrilerimizin milli duyguları utanç duyuyor. Ya da tam tersi oluyor. Yozgat’ı böyle lanse etmeye hiçbirimizin hakkının olmadığını düşünüyorum. Hâl böyle iken Yozgat’ta Atatürk’ü yaz bakalım nasıl yazacaksan.
Nankör değilim, yazacağım…
Nene hatunlara, Şerife bacılara, yarı ergen yarı çocuk; yırtık çarıklı erlere, Seyit Onbaşı’ya, Kazım Karabekir’e nankörlük yapmayacağım.
Zorlu deniz şartlarına direnerek, bağımsızlık aşkıyla denizi köpürte köpürte ilerleyen Bandırma Vapuru’na, Mustafa Kemallere nankör olmayacağım.
Bugün hâlâ Saltanat Rejimi’ne özenen, Cumhuriyet’i kazanım olarak görmeyen insanların olmasından dolayı üzgünüm.
Nankör değilim!
Göklerin nazlı süsü al bayrağımın dalgalanış sebebi Cumhuriyet’e nankör olmayacağım. Her karışı şehit kanıyla sulanmış, kızıl renkli, kan kokulu toprağıma nankörlük yapmayacağım. Doğulu, batılı, Artvinli, Uşaklı, Antepli, Yozgatlı diye bölük bölük bölmeyeceğim bu aziz milleti. Ülkemin dört bir yanında yaşayan kardeşlerime: “El uzatın Yozgat’a!” diyeceğim. Yozgat’tan tüm yurda kardeşlik türküsü söyleyeceğim. 
Hiç kimse nankör olmasın tarihine. Hiç kimse vefasız olmasın ülkeme.
Atana, yurduna, bayrağına, milletine, Türkiye Cumhuriyeti’ne dil uzatana haykır öfkeni. Bağımsızlığını tehdit eden tüm unsurları sen de bertaraf et, defet ülkenden.
Çünkü ülkemiz, sınırları çizilmiş herhangi bir ülke değil. Vatan uğrunda etimiz toprağımızda erimiş, kemiğimiz toprağımıza karışmış, gözyaşı kanla birlikte dökülmüş, ağıtlar yakılmış, kahramanlık destanı yazılmış bir ülkeyiz. Çünkü biz Türkiye Cumhuriyeti Devleti’yiz.
Bugün özel bir gün! 
Bugün çok güzel bir gün! 
Bugün düğün! 
Bugün bayram! 
Bugün kınalı kuzuların kan kırmızısına dönüşen ellerinin, savaşın tozundan görünmeyen yüzlerinin nurlandığı gün. Kınalı kuzuların yattığı toprağın, cennet kokusuyla allandığı gün.
Bugün Cumhuriyet! 
Ve ben bir çocuğun heyecanıyla haykırıyorum;
“Yaşasın Cumhuriyet!”