Merhaba  güzel  yaratanın…  güzel  İnsanları.   Turnaların  sıra , sıra  uçarak  yaptıkları  göçü  gibi   okuduğunuz  bu  yazı  dizileri de  sizleri  bir  başka  dünyalara  göç  eyleyerek. 
Duygulanacak  hüzün  yelleri  estireceksiniz.  Tebessüm  ederek  gülen  güller  dereceksiniz.  
Sevgi  harmanında  gönül  kuşları  uçurup  hasret  sörfleri   yaparak  dostluk  gülleri  dereceksiniz.
Ey  misafir…  bu  yazıları  bir  çırpıda  okuyup  geçme. Yanlışlar  ve  hatalar  görüp  orada  eğlenip  kalma.
Doğrular…  mekanında  mola  verip  heybeni  boş  götürme,  misafir  olarak  dokuz…   sevgiyi  bırak  bir  sevgini de  sakın  almayı    unutma. 
Bu  yazılanları  sadece  okuyup  geçme  süz de  geç  satırlarda  ve  cümlelerde  saklı  olan  gülleri… derde  geç.
Rahmet  sofrasına  sende  otur  sakın  aç  kalkma.  Baharın  seher  vaktinde  açıp  yazın  sevgi  güllerinin  arasında  güllerini  sakın  soldurma.
Engellide  olsa  oda  bir  insan  küçücük  dünyasını  kocaman  yapan  yalnızlığına  sizleri  ve  kuşları  çiçekleri  renkli  kanatlarıyla  uçuşan  kelebekleri  ve  direksiz  gök  kubbede  renk  cümbüşü  oluşturan  ebem  kuşağıyla.
Yıldızları da  yan yana  dizerek  ay  ışığında  dua  uçurtmaları  uçurarak.
 Yaşadığım  acı  tatlı  günlerimi  sizlerle  paylaşmak  için  kaleme  aldığım  tamamen  gerçek  olan  yaşanmış  öykülerimi  yazım olarak…  siz  güzel  İnsanlara  ikramda  bulunuyorum.
  Kabul  buyurursanız  sizinde  bir  deli…  gülünüz  olsun.  Rabbim  hayırla   hak  getire   sevginiz  sevdanız  Allah cc  mekanınızda  cennet  ola.
Sevgi  neydi?  Yalancıktan  seni  seviyorum  diyerek  sevgisiz  eriyip  gitmek miydi?.
Sevgi  neydi?  Bir  sürü  sözler  verip  tövbenden  caymak mıydı?.
Sevgi  neydi?  Kaşını  gözünü  görüp  heder  olmak mıydı?.
Yoksa , yoksa  sevgi  üzerine  kocaman  kayayı  koyarak  sonunda  ölüm de  olsa  Ehat , ehat mı  demekti?. 
Yoksa  anam  babam  sana…  feda  olsun mu  demekti?. 
Yoksa , yoksa  uykularını  bölmek  yarım  ekmeğini  bölüp  vererek  düşkünün…  elinden  tutup  yaralıya  merhem  olmak mıydı?.   
Yaz gülleri  ve  kır  çiçekleri  güzelliklerini  henüz  soldurmamış  sevdalı  gönülleri  coşturmaya  devam  ediyorlardı. 
Engelleyemediği  hüzünlü  duyguları  Salih’in  canını  sıkıyordu.  Penceresinin  önünde  otururken  polis  arkadaşının  beş  yaşlarındaki  oğlu  Onur…  bir  anda  belirdi , elinde  küçük  bir  çubuk  parçasıyla  sağa  sola  çizikler  çiziyordu.   Salih’in   yanına  gelerek:
-Selamın  Aleyküm  Salih  amca  deminden  beri  buralarda  geziyorum  oyun  oynayacak  bir  arkadaş  bulamadım  çok  canım  sıkılıyor  dedi.
 Salih:
-Oğlumun  Askerlik izni  bitti  bugün  onu  anasının  yanına  oradan da  askeri  birliğine  gidecek.
Mutlulukla  karışık  bir  sıkıntı…  bendede  var  hayır  dır  inşAllah  diyerek.
Onur can’a  bir  minder  uzattı  evinin  yola  bakan  penceresinin  önüne  oturttu  ,kendiside  biraz  yaklaşarak:
-İkimizin de  canı sıkılıyor  hadi  gel  seninle  bir  oyun  oynayalım  dedi. 
Onur  bir anda  durgun  esen  yelleri  estirerek  akmayan  pınarların  sularını  coşturarak.
Onur can:
 -Ne  oyunu  oynayacağız?  Salih  amca  dedi.
  Salih:
-Ellerimizde , farz   edelim  hayali  olarak  bir  boya  kutusu  var  ve  birde  fırça.
Bu  değişik  boyalarla  ve  fırçayla  dışarıda  gördüğümüz  her şeyi , her şeyi  istediğimiz  renklerde  hayali  olarak  boyayacağız  tamam mı?  dedi.
Onur can  sevinç  çığlıkları  atarak:
-Tamam  amca.  Önce  şu  yukarıdaki  evlerin  boyaları  dökülmüş  onları  boyayalım. 
Daha  sonrada  diğerlerini  yani  her şeyi , her şeyleri   boyayalım  dedi.
Birlikte  ellerindeki  hayali…  olan  fırça  ve  renkli  boyalarla  gördükleri  her şeyi  boyadılar.
Evlerin  duvarlarını , kapıları , pencereleri , demirleri , bahçe  duvarları  ve  sokaklara  varana  kadar  her  tarafı  bir  anda  renk  cümbüşüne  döndürdüler.
Salih:
-Onur can...  Gördüğümüz  şu  mavi  gökyüzü  ve  şu  kayısı , erik , vişne  ağaçlarını  boyamayı  unuttuk  dedi.
Onur can  biran  durakladı  alaycı  ve  değişik   tavırlarla   gülümseyerek:
-Olur mu  Salih  amca  onları  ALLAH  zaten  boyamış  biz  o  renkleri   değiştiremeyiz ki  hem i  onun  boyaları  daha  güzel.  diyerek.
Salih’in  konuşan  dilini  adeta  kilitledi...  Başını  sağ tarafa  hafif  çevirerek  akan  gözyaşlarını  elleriyle  sildi  ve  ağlamaklı  ses  tonuyla:
-Onur can  seni  öpe  bilir miyim?  dedi.
Ve  bir  birlerine  sarılarak  burunlarına   sevgili  kokuları  çekiyorlardı.
Onur can:
-Amca  sen  ağlıyorsun.  Yoksa , yoksa  seni  üzecek  bir şey mi  yaptım?  dedi.
Salih:
-Hayır  Onur...  Hayır  Can  hayır...  Tam  tersi  bana  küçücük  dudaklarınla,  O’nun…  büyüklüğünü  hatırlattın  dedi.
Selam ve dua’larımla.