Aylar…  bereket  dolu  yılları, beyaz  gelinlik…  giymiş Kış’ları  acı  ve  ızdırap…  dolu  geçen  yıllar  yarış  edercesine  birbirini  kovaladı.
Saman…  altından  çok  sular…  geldi, geçti ve  her  gelen  yeni  yıl  yanında  yenilikler  getirdikleri kadar götürdükleri de oluyordu.
Evin  bahçe  kapısına  geldi  ve  belini  hafif  doğrultarak;
 -Çok  yaşlanmıştı…  dedi.
Bahçe  kapısını  hafif  araladı  ve içeriye  girmek  istedi,  olmadı.
 -Yok  yok  içeri  giremem,  diyerek mırıldanmaya  devam etti:
-Seni  çok  özledim Huri  Nene...
 Ne  güzeldi... Yanına  geliyordum,  içimdeki  sabır  ağacını…  suyunla  suluyor,  yüzündeki  gülücüklerle de  açan  gülleri…  deriyordum.
Yıllar  ne de  çabuk  gelip geçiyor.
Bir  varsın , bir  yoksun  Huri  Nenem...dedi.
  Ve ekledi:
  -Allah  gani , gani  rahmet  eylesin, diyerek.
  Huri Nenesinin  evine  girmekten  vazgeçti  ve  gözyaşlarını  da gizleyerek  oradan  ayrıldı. 
Evleri  yıkılmış  bacalar  sönmüş. 
Bülbülün  yurduna  baykuşlar  konmuş. 
Beylerin  yerini  hoyratlar  almış. 
Düzenler  bozulmuş  benim  köyümde. 
Kulağına  gelen  bir  ses  Salih’i…  kendine  getirdi.  Kulağına gelen  o  ses  muhtarın  sesiydi.
-Salih  buraya  gel... diye  uzaklardan  sesi  yankılanıyordu. Salih  çağrıldığı  yere  doğru  süzülerek  yürüdü.
Muhtar:
 -Salih  bugün  köy  otobüsü  geldiğinde  yanına  git. İlkokula  yeni  bir  öğretmen  gelecek  onu  karşıla,  dedi.
Muhtardan  aldığı  emri…  aklına  kilitledi.
 -Otobüsün  gelmesine  daha  zaman  var,  ikindi  namazımı  kılayım,  dedi.
  Ve  okunan  ezanın  ardından cemaatla   birlikte  ikindi  namazlarını  eda  eylediler.
 Namaz çıkışı  muhtardan  aldığı  emri  hatırlayarak;
-Otobüs  gelmiştir  herhalde,  diyerek  adımlarını hızlandırdı.
 Düşüncelerinde  yanılmamıştı.
Otobüs henüz  yeni  gelmiş,  içinden  yolcular  iniyor  ve  herkes bagajlarını  ayırıyordu.
 Salih,  otobüsün  etrafında  bir  tur  attı ve  daha  önce  görmediği,  tanımadığı  o  öğretmenle karşılaşamadı.
 “Bir de  otobüsün  içine  bakayım” dedi. 
Otobüsün merdivenlerinden  zorlanarak  içeri  geçti  ve  genç,  yakışıklı bir  delikanlıyla…   karşılaştı. 
Salih  bir  anda  heyecanlanarak;
-Sen, sen o öğretmensin, dedi.
Otobüsün  içinde  kalabalığın biraz  dağılmasını  bekleyen genç, oturduğu  koltuktan  yorgun  ve  utangaç  bir  tavırla ayaklandı.  Salih’e:
-Ben  bu  köye…  gönderilen  öğretmenim, diye  sözlerini titreterek, Ahmet… Ahmet!! Öğretmenim... dedi.
Salih’in  içinde  bir  anda  fırtınalar…  koptu.
 Otobüsün  içindeki  mazot  kokusu  Salihi  uçurarak  gökyüzüne savurdu  ve  bulutları  da  yanına  alarak  uzaklara,  çok uzaklara  götürdü.
Öğretmen,  Salihe:
 -Şey... efendim  iyi misiniz?  Bir  anda  benziniz  soldu  da, dedi.
Salih  kendini  topladı:
   -Ahmet’im!!!... dedi.
Öğretmenle  Salih  birlikte  otobüsten  inerek  muhtarın odasına  doğru  yol  aldılar.
Salih:
 -Öğretmen  bey  kusura  bakma,  aceleyle  sana  hoş  geldin  bile  diyemedim. 
Bir  anda  başım  döndü,  yaşlandık herhalde  öğretmen... diyerek  gülümsedi.
 İçindeki sızılar…  küçükken kaybolan… oğlu Ahmet Gül’e karşı olan sevgisini   ve  hasretini  oğlunun adaşı
Ahmet öğretmenden  gizlemeye çalışıyordu.
Birlikte  geldikleri  muhtarın  odasında  muhtarın yönlendirmesiyle  Ahmet  Öğretmeni  Huri  Nenenin ölümünden  dolayı  boşalan  evine  yerleştirdiler.
Sevgi  dolu  genç ve  utangaç  biriydi Ahmet Öğretmen.  Çocukları  çok  seven,  hep  onlarla  oynamayı  ve  ilgilenmeyi  tercih  eden biri olmalıydı ki,  bu yüzden  öğretmenliği…  seçmişti.
Sararan  yapraklar  hazan  gülleri  gibi  sararıp  soluyordu. Bir ses:
-Küçük  öğretmen , dedi.
-Küçük  asker  olur da,  küçük  öğretmen  olmaz  mı? dediler:
-Babası da  çok  zenginmiş...
 Deli midir  nedir,  öğretmenlik  için  köyü  seçmiş. 
Herkes  şehre kaçıyor,  bu  öğretmen  tozlu  tufanlı  köyü  tercih ediyor...
Aradan  geçen  günler  Ahmet  Öğretmenle  köy  halkının  ve  öğrencilerin  kaynaşmalarını,  bir birlerini  tanımalarını  sağlıyordu. 
Küçük  Mustafa  koşarak  ve  telaşlı  bir  şekilde;
 -Öğretmenim,  Ahmet  öğretmenim!...  dedi  ve  soluk  soluğa nefes  alarak  durakladı, Muhtar  Emmi  seni  çağırıyor.
Ahmet  Öğretmen  Mustafa’ya:
 -Sakin  ol,  önce  derin  bir  nefes  al, diyerek  Mustafa’nın  hızını  kesip  sakinleşmesini  sağlıyordu.
  Mustafa’nın  elinden  tuttu:
  -Gel birlikte gidelim, dedi ve birlikte  yürüdüler.
Öğretmen, Mustafa ya:
 -Seni  bu  kadar  telaşlandıran  nedir? diye sordu.
Mustafa:
 -Bilmem, dedi  ve nefes tazeledi.
 -Muhtar Emmi bana,  “Koş,  Ahmet Öğretmenini acele çağır, muhtarın odasına gelsin” dedi,  çok önemliymiş...
Ahmet Öğretmen bir an endişelenerek;
 -Hayırdır inşallah, dedi  ve  adımlarını  hızlandırarak  muhtarın  odasına geldiler.
Muhtar:
 -Buyur  öğretmen  bey, diyerek  Ahmet  Öğretmeni  kapıda  karşıladı.
-Sen de mi geldin  Mustafa? dedi.
Muhtarın  odasına  geçtiler.
Muhtar:
-Otur  öğretmen  bey,  sizi  telaşlandırdık.
 -Su  ister misiniz?
Öğretmen:
- İyi  olur, diyerek  bir  bardak  suyu  üç  nefeste  içti  ve
yanında  bulunan  sandalyeye  yarım  bir  şekilde  oturdu.
Muhtar:
- Yenice  Köyü’ne  gitmiştim.  Orada  Okul  Müdürü  Rafet   Öğretmenle   karşılaştım . 
    Öğrencilerden   birisi  dün  akşamdan   beri  kayıp,  onu  arıyorlar. 
       Bir  türlü  bulamıyorlarmış .  Bana  rica  etti,  “Öğretmene  söyle, okuldaki  öğrencilerden  ve  köy  halkından  da  rica  edin,  iki  köyün  bağlarının  birleştiği  yerde  buluşalım,  el  ele  vererek.
     Köy arazisine  yayılıp  bakmadık  taş  altı ve  ağaç  dibi  bırakmayalım...” dedi.
 Ne  olur   biraz   acele  edelim...!
 Selam ve dua’larımla.