GÜNDELİK işler için işçi durağını mekan tutmuş Bahtiyar Usta durgundu o gün. İki üç gündür işe gidememiş, eve ekmek parası götürememişti. Eve eli boş dönmenin hüznü yüreğine oturmuş, gözlerini yuvalarına hapsetmişti. Allah'ın büyüklüğüne olan inancı nedeniyle ümidini yitirmemiş, sabahtan beri iş bekliyordu. Oruçlu olması sebebiyle sık sık dua ediyor, kendini rahatlatıyordu.
Bir kaç gün sonrasının bayram olması canımı sıkıyordu, başına ağrılar giriyordu. Asıl sıkıntısı işsizlik değil gelecek olan bayramdı. Bizim buralarda adettir, bayram öncesi alışveriş yapılır. Yiyecek öteberiden ziyade bayramlık tabir edilen giyim kuşam alışverişi daha mühimdir.
Öncelikle çocuklara üst baş alınacaktır, sonra kaşık düşmanına bir entari bir ayakkabı ve eğer bütçe uygun düşerse kendine de yeni bir pantolon ve ayakkabı.
Bayramların olmazsa olmazıdır bu alışveriş. Bayramın sabahına herkes iki dirhem bir çekirdek hazırlanmış olarak çıkacaktır ve komşulardan geri kalmak ise ar edilecek bir toplumsal olaydır.
Öncelikle bayram namazı için gidilen camide göze çarpar bu hadise, caminin ayakkabılığında pırıl pırıl yepyeni ayakkabılar vardır. Bayramlaşma için cami bahçesine çıkıldığında bütün müminler en janti kıyafetlerle sıraya dizilir. Üniforma niyetine giyilmiş takım elbiselerden, ütülü pantolanlardan oluşan bayram gezmelerine daha sonra geçilir.
Bunları düşündükçe yüreği daraldı Bahtiyar Ustanın. Eğer iş bulamazsa kimseye bir şey alamayacak konu komşuya rezil olacaktı. Gerekirse namaza gitmeyecek eski libasları ile kimseye görünmeyecekti fakat ya çocuklar? Çocukları eve kapatamazdı. Keratalar illaki dışarı çıkacak, şeker toplamak isteyecek ve şeker toplarken de yeni kıyafetlerini göstereceklerdi.
'Çocuk kısmı laf anlamaz ki' diye düşündü, ''varı bilmez yoku bilmez. Büyük oğlanın ayakkabılarını boyatsam, küçüğe mutlaka yenisini almak lazım. Altı delinmiş ayakkabıyla utanır çocuk. Kızın eteğinin çiçeği solmuş ona da bir etek lazım. En az üçyüz lira lazım'' dedi, üç yüz lira o dakikada çok büyük bir meblağa dönüştü, gitti bir ejderhanın ağzına girdi ve Bahtiyar Ustanın elini oraya sokup o parayı alması gerekti.
Bütün miktarlar yerine göre değerlenir. Lazım olan miktar en büyük miktarıdır her zaman. Yerine göre bir lira dünyanın en büyük meblağıdır. Laf kalabalığını kenara bırakıp bir hal çaresi düşünmek gerektiğine karar verdi alnı terlemiş adam.
İhtimalleri yanyana dizdi: Borç istemek, esnaftan veresiye talep etmek gibi olasılıklar geldi aklına. İnsanın bir çevresi vardır, yani arkadaş, dost ve akraba. Öncelikle bunlardan borç istenir. Küçük insanların çevresi de küçüktür. Bahtiyar Ustanın çevresi de küçüktü ve bayram telaşı onlar için de geçerliydi. Telefon rehberine göz gezdirdi, rehber çok fakir geldi gözüne. İkinci ihtimale odaklandı, veresiye  verecek esnaf arayışına girdi. Önce büyük şehirlere sonrasında da sari hastalık gibi her yere yayılan Avm'ler, kurumsal firmalar küçük esnafın nefes borusunu sıkmış, betini benzini soldurmuştu. Kurumsal firmalardan veresiye  bir çorabı bile alamayacağını düşündü, dişini sıktı. Oysa o mağaza açılışında gülümseyen palyaçolar vardı. Ellerinde çikolata tepsileri ile halka şirinlikler yapmışlardı. 'Ağzında bal olanın kıçında iğnesi olur' diyen atanlara bir fatiha okudu.
Bütün ihtimaller çıkmaz sokaklara giriyordu. Biraz oruçtan, biraz da kara, düşünceden gözlerinin feri sönmüştü Bahtiyar Ustanın, dili damağı kurumuştu. Yokluk ne bela birşeydi ve yokluğun tarifi de kişiye göre değişiyordu. Klişe bir söz var ya hani "kiminin tek taşı küçük kiminin ekmeği yok", ne kadar da haklıydı. Yeryüzünde herkes fakirdi, hiç kimse tam manasıyla isteklerini karşılayamıyordu.
Bu düşünceler içinde kıvranırken duraktan bir arkadaşı televizyonu açtı. Haber bültenleri bas bas bağırıyordu "Bayramda sokağa çıkmak yasaklandı!"
Bahtiyar usta gülümsedi, kahkaha attı sonra. Allah büyüklerimizden razı olsun diyerek evin yolunu tuttu.