Bu güzel türküyü dinlerken hem hüzünlenir hem de Cingan Osman'ın oğlu Mondofon Kenan'ı hatırlarım. Acıyarak hüzünlenirim. Düştüğü karşılıksız kara sevda yüzünden o kadar zavallı bir durumu vardı ki Mondofon Kenan'ın.
    Kırşehir civarlarından bahar ve yaz aylarında Yozgat köylerine humayın, pazen, basma, fistan, dallama kazak, suveter, işlik, saho, gocuk vs. gibi elbise çeşitleri satmaya gelen Osman Emmiye, köylülerimiz sırtında bohçe, elinde it kapmasın diye taşıdığı deynek ve at arabasıyla beraber getirip köyün kenarında kurduğu çadırda yaşattığı horantası yüzünden “Cingan Osman” derlerdi.  Gopey gibi şişman şişman çocukları, aşırı kilolu taslak yüzlü, gara benizli Yağdalı Döndü dedikleri birde avradı vardı.
    Cingan Osman Emmi bizim köyde sevildi. Çünkü çok efendi, uysal ve terbiyeli yaşardı. Bizim köyün ileri gelenleri Cingan Osman'a terkedilmiş bir evde ikamet etmesini ve köyün sığırını gütmesini önerdiler.  Cinan Osman için bu Başbakan olmak gibi onurlu ve büyük bir lutuf, kaçırıklmayacak yüce bir teklifti. Tüm aile mutlu bir şekilde ören gibi olan terk edilmiş evi hevesle cennete çevirerek yerleştiler. Kendi evlerini bırak bulunduğu sokağı bile süpürüyorlardı. Pırıl pırıl olmuştu her yer.
    Oğlu Mondofon Kenan; geniş yakalı çiğdem sarısı mintanı, gıslavet ayakkabısı ve yeşil bi pantuluyla saçlarını ortadan ayırarak tarar, yüzlerine devamlı gırampet sürerdi. Bişekil bi gövdesi vardı. Garnı ve gotü böyük, incikleri ince, omuzlar dar, gafası guccük, ayaklarını açık açık tutarak ördek gibi yürürdü. Çok zavallı bir hali vardı ama aşırı süslenirdi. Bu süslenmelerin nedenini “Giyme dedim al fistanı giydinni, sürme dedim o kokuyu sürdünnü” türküsünü duyana kadar anlayamadık. Meğer Mondofon Kenan Köyün öğretmeninin kızını severmiş.
    Yav bi de güzel sesi vardı ki garibin. O türküyüde duygu yüklenerek öyle bir söylerdi ki ciğerlerimizi dağlardı. Dev gibi bir görüntüsü vardı ama, melek gibi bir yüzü, güçsüz birde omurgası vardı. Yeşil pantulunun kısalığından incikleri açık durur, parlak lastikten yapılmış gıslavet ayakkabılarını sürekli suyla ışılatırdı. Sığır guderken kafasını karnının üzerine koyarak uykuya dalar giderdi.
    Gönül bu. Haddini bilirmi. Kızda her seferinde dilini çıkarır, “gavur manyah, şikirsiz sıracalı, zabahdan belli anırıp duruyo” falan gibi sinirli sözlerle kızgınlık ve rahatsızlığını belli eder, fakat muzır kişiler o sana naz yapıyo oğlum, diye Mondofon Kenan'ı sürekli fişeklerlerdi.
    Öğretmen; kızını kendi memleketinden dünür gelen birisine nişanladı. Tayini de Burdur'a çıktı. Kenan ayrılık, kahır ve ızdırabın verdiği stresle kilosu ikiye katlandı.
    Oturduğu yerde derin derin düşünceye dalar saatlerce statik dururdu. Türküleri daha yanık, ince ruhu ezik, yürek dağlayan dahada zavallı bir görüntüye büründü. Yaşadığı  alandaki ekonomik ve sosyal konumu, sürekli mahcubiyet üreten hali, haddini aşan yüksekliklerde dolanan gönlü ve çaresizliğinin bilincindeydi ama, gönlüne bir türlü söz geçirememişti.
    Aşk hikayelerinin sonu hep iyi bitsin isterim. Ama adaletsiz dünyanın kalleş yönleri o kadar çok ki. Yürekten sevilenler bile umursamıyor Kenan gibileri…