Koynunda kavuşmalar üşüyorsa bir bildiği vardır ayrılığın…
    Kalbinde vuslatlar oradan oraya kaçıyorsa elbet sonbahar ve elbet dirilmeler kıştır. Duaların gözlerinde ve kalbinde uyuyorsa muhakkak gaflettendir ve muhakkak ihlasta bir eksiklik vardır sevdiğim…
    Başı açık kalmışsa yaban sevdamızın ve tutuşmalar donmuşsa kışlarda bil ki yüksünmelerin hayatın canını çok yakmıştır. Genzini yakan hava boğazına takılıp duruyorsa her defasında bil ki “vuslatımız” haramdır sevdiğim…
    Her defasında şikayetlerle başlıyorsa sözlerin ve her defasında “ben” diyorsan sevdiğim, anla ki nefis arada ve anla ki şeytan yanı başında… Sen içindeki mağrur, sen içindeki dik ve sen içindeki “benliği, benciliği” unutamıyor, bunun kibirden geldiğini anlamıyorsan, çekersin ayrılığın halay başçılığını sonra sevdan ne yaza, ne kışa yakışır sevdiğim…
    Uzakların türkülerine yaslanan gönüller hep hicran makamındadırlar ve inadına istikametlerde sonsuz yanmalardadırlar. Ruhları özgür kalmayan yürekler, ebedi esaret hanelerinde rüyalarda yaşamayı seçerler ve o rüyalar ki, en büyük kabusların başlangıçlarıdırlar.
    Bilmezler kaybetmeyenler; önceleri inatlaşmalar, sonraları beklemeler ve en sonunda da diri diri gömülmeler onlar için vardır…
    Zamanı yitirince anlamak ve soluğun kıymetine sıkı sıkıya sarılmak, belki de son nefeste vücut bulur. Acı ama tek gerçek son nefeste tecelli eder bitimsiz ayrılığı. Sona geldiğini anladığında çok geçtir. Bir zamanlar sımsıcak olan yüreğin buzdur, taştır ve yolun sonu onsuzdur (bensizdir) sevdiğim…
    Bensiz geçen yıllarında dilerim hep mutlu olursun ama sanmam bensiz yüzün gülsün ama sanmam bensiz kışların bahara bürünsün…
    “Ben artık sensiz ve sen artık bensiz bir ölüsün…”
    Hep sevdim… Unutma! Tek sevdim. Unutma! İki gözümsün