YOZGAT’DAKİ PARİS ESENLİ KASABASI

(DEDİK BELGESELİ)

Ortasından akan ırmakları, yeşillik ve çiçeklerden görünmeyen evleri, çağıl çağıl akan pınarlar,  kültürlü, görgülü insanları, cömert, misafirperver haneleri, verimli toprakları ve cenneti andıran coğrafyasıyla yakut gibi bir köydü Dedik.. Her yerinden bereket fışkıran bu kutsal beldenin Kanak manzaralı kahvehanelerinde çay içenler, ördeklerin, kazların balık yakalayışlarını seyredilirdi. Sahil kasabalarını andıran tam bir sayfiye beldesi, emekli ikametgahıydı. Her tarafı meyvelik ve bostanlıktı. Kadını, erkeği, genci-yaşlısı çok çalışkan, üretken ve gayretliydi. Çevrenin en güzel yeri olması nedeniyle ne "Dedik", ne "Esenli" derdik.. Paris koyduyduk adını.

Çocukluk ve gençlik yıllarımda Hacı Hasan’ın kahvesinde gazoz içmek, videodan Cüneyt Arkın, Ferdi Tayfur, İbrahim Tatlıses ve Kemal Sunal’ın filmlerini seyretmek ve sokaklarında gezebilmek amacıyla herkes gibi bende Esenli’ye gitmek için can atardım. Ne güzel bir belde, ne keyif verici bir yerdi ora. Sarı Bayırdan Eşrefin Değirmen’e doğru inerken cennet bir vadinin huzur veren görüntüsü eşliğinde Esenli’ye yaklaşmanın habercisiymiş gibi önce iğde ve söğüt kokuları gelirdi. Kıvrımlı yollarının her iki tarafı yüksek boylu iğde ağaçlarıyla kaplıydı. Kağnılar, at arabaları, traktörler rahat geçebilsin diye köklerine yakın yerlerinden kesilmesine rağmen, kısa sürede tekrar uzardı mübarekler.

Köye ilk girişte yüksek hayatlı bir evin çatal kapısında, yanmış odun kömürüyle “Hamdi Havız” yazıyordu. Biraz içlere doğru ilerleyince iç dekoru ve ahşap işçiliği hayranlıkla anlatılan Havlinin Sülüman’ın Odası vardı. Yanından geçerken, çok merak ederdim ama bir türlü içini görememiştim. Bizim köye sık gelen ve herkesin saygıyla hoş geldin dediği Dedikli Nuh diye babacan yüzlü, yiğit ve güzel bir adam vardı. Oğulları Halis ve Hasan ŞAHİN’le birlikte evlerine kim gelirse cömertçe ağırlayıp uğurladıkları anlatılırdı. Aslında tüm Esenlililer öyleydi.

Çevre köylerin hepsi, Gubaların Hoke Memmed’e at nallatmak, Sadettin Ustaya düven dişletmek, anadut, yaba, dirgen, sıyırgı, dırmıh, geçgere yaptırmak, Sami Ustaya doğrama kestirmek, Fayığın Remzi’ye pulluh burunlatmak, Eyibin Durağan Eyib’e, Dayfurlu Alinin Adem’e, Çahı Memmed’e toplu demiri ölçtürmek, Gulizarın Osman’a Gargalı Irıza’’ya traş olmak, Fetilerin Şemşet’e at arabası, gağnı tekeri onattırmak, (Tezekleri yakar, kağnı ve at arabası tekerlerini ütüler, farını, çemberini, çapını ayarlardı. Bir nevi rot-balansçıydı), Münirbâ’nin, Gabahçı Muhsin’in, Haytanın Osman’ın, Bıyıhlı’nın, Hamızakâlin, Sabiyenin Haşim’in, Hamidin Kâmilin Nusurat’ın, Edelerin, Alosman Sipahi’nin, Komüş’ün, Vahded’in, Süriye Barış’ın, Ecdalların Zabid’in, Abdulgadirin Irbaham’ın, Hacelinin Nazif’in ve Papolardan Çopur Irbahamın Niyazi’nin Tukenlerinden gayit görmek, alışveriş yapmak, Dedehocaların, Garamemmetlerin, Edelerin, Münirbâlerin Kahvehanelerinde çay içmek için Esenli’ye gelirlerdi.

Bu köydeki değirmen kültürü ise bir efsaneydi. Bölgenin en çok değirmeni Dedik’teydi. Genelde su düzeneğiyle işletildiğinden, ırmak kenarı, sulak ve cennet gibi coğrafyalarda kurulurdu. Sırası, sohbeti, ortamı, yeşilliği, üşümesi, uyuması hepsi unutulmaz anılara altyapıydı. Çorahdaki Delasanın İsmayilin Bulgur Dağermeni, Sarıbayırın Köprüdeki Eşrefin Dağermen ve Hacelinin Dağermeni mahşeri kalabalıklara sahne olurdu. Çevresi at kişnemesi, eşşek anırtısı, motur harıltısı, hamıt zili, öküz tıkırdağı, it ürmesi, at arabası şinanayı tıngırtısı, kağnı gıcılaması, su çağıltısı ve adam seslerinden panayır yeri gibi olurdu. Öküzler birbirini kahar, tosunlar vuruşur, atlar-eşşekler tepişir, itler boğuşur, kiminin peşine iti takılır, kiminin peşine çocuğu.. Tam bir curcuna merkeziydi. Zavar uğudenler, kepek çuvallayanlar, bulgur-duğurcük çektirenler, balık tutanlar, un sırası bekleyenler tatlı sohbetlerle azıklarını paylaşırken, unutulmaz muhabbetleriyle silinmez hatıralara, ölümsüz dostluklara yelken açardı.  Kimi iki taştan çatıp, çalı-çırpı ile tutuşturduğu ocakta isli çaydanlığıyla çay demlerken, kimi pahır guşşenesiyle bulgur pilavı pişirirdi. O çaya, o pilava doyan varmıydı bilmiyorum ama dünyanın en lezzetli yiyecekleri kesinlikle orda yenilirdi.

Hepside bilge ve arif Dedikliler günlük sohbet ve ayaküstü muhabbetlerinde Garabaşın Önü, Selimenin Çavışın Pınar, Bıyıhlının Köprü, Battalın Odanın ağzı ve Derebâanin Omarın Konağının Önünde toplanıp sorudurlardı. Sohbetleri didaktik ve felsefe yüklü, eleştiri ve ironileri ince söz sanatlarıyla doluydu. Kafası hafif terelelli olanlara “Onbaşı”, gereksiz lüzumsuz tiplereyse “Dokkü” derken, amaçsız ve hedefsiz koşuşturanlara da “Yeler Onmaz” gibi köye has düşündürücü tespitleri, darb-ı meselleri vardı.

  

Dediğe gidenler, Hamidağa’nın, Saadettin Çavış’ın, Battalgazi’nin, Seyit Önal’ın, Vahit Çavış’ın, Hanifinin Sülüman’ın, Hamızakânin Çavış’ın, Gazikânin Şuayip’in, Şevket Çavış’ın, Münirbânin Hacı’nın, Mulla İrbaham’ın, Çöllo’nun, Yağboolü’nün, Çopur İrbaham’ın, Haytanın Satılmış’ın, Nizam Çavış’ın, Muzaffer Altınok’un, Abdulkadir Acer’in, Şıh Ahmet Acer’in, Halliğin Yaşar’ın, Necip Kâanin Nusuret’in, Gara Yusufun Arif’in, Katibin Akif’in, Hocanın Mahmud’un, Kirmencinin Abdılla’nın, Hacı Hasanın Zabid’in ve Iresulun Kâmil’in odalarında ekmek yediklerini, çay içtiklerini, hörmet gördüklerini söylerlerdi.  Yoldan geleni geçeni Allah’ın lütfu sayıp, Tanrı Misafiri formatında ağırladıklarını anlatırlardı.

Bir seferinde abim ve arkadaşları Gelingüllü Köyü yolu üzerindeki Şevketin Dağermene giderken, azarlamalarına rağmen peşlerine takılıp bende gittim. Çocuktum, acıktım, ağladım. Değirmendeki adamlar bana “Oğlum bak, şu Iresulgilin evi, şu Sündüz Garıgilin evler, şu Kôr Üsüyünün Aliosmanın evi, şu Mamirenin Kâmilin evi, şu Hayri Dayının evi hangisine gitsen aç kalman, git emmi, dayı, hala, eme, bibi her kimse, kim çıkarsa ben acıktım de” dediler. Utandım. Israr edip sıkıştırdılar. Ben de tesadüf Kor Üsüyünün Alosman Dayının evine gitmişim. Kapıyı çalınca beni eve çağırdılar. “Sen kimsin, kimin oğlusun” sorularına ürkek, kısık ve utangaç seslerle cevap veriyor, tekrar geldiğim yöne kaçmak için bahane arıyordum. O arada güler yüzlü, Gara Elmas dedikleri yaşlı ebenin aşırı sıcaklığından cesaret alarak “Ben acıktım” dedim. Ev bir anda panikledi ve ikram bombardımanı ile seferber oldular. Elmas bibi ”Vay gurbanım guzum, sen ne iyi bi çocuğmussun” diyerek olanca sıcaklığı ile bana hemen sofra kurdurdu.. Hatırlıyorum patlıcanlı bi dürüm verdiler. Çalhama yaptılar. “Gurban olduğum bu dürümü sevmediysen omaç etsinler, dönderme yapsınlar.” dedi. Sert mizaçlı ve gür sesli ev sahibi adam 15-16 yaşlarındaki oğluna dönüp; “Lan oğlum bu çocuğun babası neyi de açtır, çabıh dağarmene get, onnarı da çağır gel., Allah ne verdiyse yavan yaşıh bişeyler hazırlayın” dedi ve oğlu fırladı. Biraz sonra oğlu tekrar geldi ve “Baba yav çağırdım, eşşolüeşşekler gelmiyo” dedi. Amca utangaç bir ifadeyle “Lan süs” diyerek kalktı, çağırmaya kendi gitti ve çok geçmeden abimgil de dahil 7-8 kişiyi daha yemeğe getirdi. Çay demlediler, omaç ettiler, içinde yeşil soğan pürleri, domates ve kuyruk yağının bulunduğu isli bir aliminyum tencereyle kapıdaki ocakta mercimekli bulgur pilavı pişirdiler. Tatlı dil, güler yüz ve candan ikramların vermiş olduğu memnuniyeti o zamanki adamların değirmendeki sohbetlerinden hatırlıyorum.

Rahmetlik Babam gençliğimde ben ve arkadaşlarıma, “Oğlum bu çevrenin en gorenekli köyü Dediktir.” derdi. “Orda kimse aç-açıkta kalmaz. Oraya gittiğinizde herkes sizi gendi evladı gibi korur, misafir eder.” derdi. Dedik’te Gıdıbekirin İsmayil, Şıhali, Kirmenci, Şıhılı, Emirin Kâmil, Mürselin Ali, Halliğin Yaşar, Derebağan Omar, Gara Hacı, Dağli Meleğan Yusuf, Sabirenin Haşim, Omarın Ahmet, Edelerin Sami, Hayri YAŞAR, Gafanın Hacı, Gafanın Ahmet, Ağ Sarının Paşa, Muttalip Çavış, Serder Kâa, Münürbâğnin Mısdafa, Aleddinin Mısa, Hamidin Kâyâ, Alikânin Şevket, Alikânin Kâmil, Bıyıhlının Adem, Gara Mısdafa, Batdalın Özdemir ve Şıhılı, gibi hörmetli, hanedan, lafı sözü dinlenilir adamları çok anlatırdı. “Bunlar böyük adam, karşılaştığınızda sözlerini ulu sözü kabul edin, ders alarak dinleyin.” derdi. Sofralarında herkese yer olduğu, yokun, yoksulun halllerinden anlayıp, vara yok demediklerini söylerken,  “Hangi vahıt, kim giderse gitsin izzet-ikram göreceğini, gönülleri yüce ve cömert olduğu için ekmeklerinin konuğuna şifa olacağını.” anlatırdı. 

Helede Ohlar Bahri, Gaymahamın İsmayil, Gızıl Ihsen, Vırıcı Nazif Barış, Komüşün Abdılla Çelebi, Mırıhların Hanifi, Kor Seyidin Yaşar, Cabat Ahmet ve Gıcığın Tayır gibi herkesin sevdiği, çalışkan, üretken, cömert ve fedakar insanların asaletini anlatırken, onların küçüğüne ve büyüğüne çok saygılı, gelenek, görenek ve insani kuralları iyi bildiğini ve bölgenin en güvenilir insanları olduğunu söylerdi. Bu böyük adamların kasabasını her yerde liyakatiyle tanıttığı, köyünün ve köylüsünün yüzünü her yerde ak ettiklerini ve onların birer insanlık abidesi olduğunu imrenerek söylerdi. Haneleri açık, elleri cömert ve görmüş adamlar derdi.

Esenlililer yine öyle. Hâlâ gönülleri bol, yüzleri güleç ve hürmetliler. Yolunuz düşerse Mehmet SARAÇ, Doğan KARACA, Mevlüt SARAÇ, Satılmış ERDEM, Nuri KAPLAN, Niyazi KURT, Seyit SARAÇ, Ahmet TEKİN, Şevket SARAÇ, Harun KARS, Hacı Veli SİPAHİ, Mahmut ÖNAL, Ali GÖKOĞLU, Arif SİPAHİ, Hüseyin BARIŞ, Halil SİPAHİ, Mehmet AYDIN, Ehat ÜNAL, Hacı Ahmet KURT, Seyit ALTINOK, Kâyâ ALTINOK, Kâyâ SARAÇ, Battal AVŞAR, Mustafa SİPAHİ ve Ahmet AYDIN gibi dost yüzlü, has karekterli erdemli, misafirperver insanlarla yine karşılaşırsınız. Bu beldenin tüm insanları alicenap ve hanedandır. Buralardan gelip-geçen herkesin kursağında dost canlı, cömert yürekli, onurlu, görgülü ve konuksever Esenlililerin helâl ekmeği mevcuttur.

Şıh Mehmet BULUT... Bu isme dikkat çekmek istiyorum. Acaba dünyada bundan babacan adam varmı diye düşünürüm hep. Bizim köyün ve diğer köylerin fakiri, fukarası yol parası olmasa bile Takasına çok binmiştir. Bu güzel insanın yoksulun halini sadakatle anladığı, kimseyi mahcup etmediği anlatılırdı. Siyah gözlükleriyle sürdüğü Taka cinsi otobüsü bizim köyden geçerken hızı ve karizmasıyla biz çocuklara idoldü. “Abııım, makineyi nası sürüyo la, bu şifor vesayitiynen tiyareyi bile geçer”… derdik. O bir efsaneydi.

Dünyanın en çalışkan ve emektar insanları denilince herkesin aklına ilk önce Katibin Ekuf, Golsuz İsmayil, Halibânin Zilfari, Halibânin Ali, Derebânin Omar, Yetimlerin Battal, Hanifinin Hacımısdafa, Ecdarların Zabit ve Gazinin Şuayip gelirdi.

Genç kızların idolleri ise Derebânin Elmas, Fetinin İrbahamın Sündüz, Cin Omarın Meyrem, Muhiddinin Hasibe, Mamire Garı, Ali Kanin Şevkedin Hayâl, Çopurun İrbahamın Fadime, Yağbolünün Abısı Şemşi, Nurettinin Paşanın Şavga, Asgerin Gızı Fadime, Memil Hocanın Hurşudun Haçca, Mubaşirin Şavga, Kirmencinin Elmas ve Emirin Satı’ydı. Bu Osmanlı Hanımlar, görgülü, gorenekli, iş bilir ve yerinde konuşurlardı. Tüm hanımlar onları hayranlıkla izler, onlardan aş bişirmeyi, iş görmeyi, el içine çıhmayı, görgü ve davranış kurallarını öğrenirlerdi. Evlenme çağına gelen tüm genç kızlar annlerinden daha çok Bu bilge  hanımları örnek alır, karşılaştıklarında gözlerine girebilmek için sonsuz saygı ve itibar gösterirlerdi. Ayrıca bu hanımlar tüm düğünlerin yemeklerini yapar ya da tarif ederlerdi. Milletin kusurları örter, iletişim kurallarını bunlar belirlerdi. Temiz, tirentez ve titizdiler.

Dedik ve çevre köylerindeki tüm avratların böyük bilip, en çok imrendiği hanımlar ise Namiye, Asgerin Gızı, Hacelinin Şemşi, Gazinin Melek, Saidin Zöhre, Gülgız Garı, Emirin Elif, Gurbanın Fadime, Topal Gız, Elbâ, Şıh Omarın Pempe ve Keziliydi. Görenekleri, gelenekleri en iyi bunların bildiği, hörmeti, izzeti ve ikramlarıyla evini, horantasını, herifini, gahamlarını ve tüm köyü yücelten, yerinde konuşan, lafı sözü belli, usül-erkan bilen, her biri haysiyet erbabı birer değerdi...

Sucunun Adife, Gôogız, Şallalı Emine, Gôoşün Mahi, İsmet Garı ve Haytanın Zala tertemiz yürekleriyle düğünlerde düzgünlerde sadece Esenli’yi değil tüm Yozgat’ı böyüdürlerdi. Herkese koşarak yardım ederlerdi. Patlah Yusufun Lele, Havili Garı, Nalbandın Belgızar, Rafetin Cemi ve Iggılı Garı gibi saygın hanımlar ise, köyü, köylüsü için can verecek kadar fedakarlık yapabilen eli öpülesi kıymetlerdi. Bunlar Dediğin adını ve göreneklerini tüm Yozgat’a duyururken, bir dakika bile boş durmadan çalışır, gayretleri ve emekleriyle dua alırlardı. Efsane çalışkanlıklarıyla bilinen ve Galenin dibini dölekleyip cennete çeviren Mamer Garıya, Hamidin Şemşiye, Abdulgadirin Fadimiye, Herlecilerden Möhdebere zaten herkes sonsuz bir hayranlıkla imrenirdi.

En lezzetli yemekleri Badıözün Üllü, Zabidin Ümüş, Gubarığın Zekiye, Tuturuh Nene, Cinni Narin Bibi ve Kôr Şavga Hala pişirirdi. Bunlar birde, gürk yatırdıkları bodu, culuh, şibi, tavıh her ne olursa olsun, kaç yımırtıya yatırırlarsa yatırsınlar bir tanesini bile ziyan etmeden alayıcığnıda çıkattırır, kediye, saksağana, alıcı kuşlara kaptırmadan ve öldürmeden büyütürlerdi. Bağları, bosdanları inci gibi ışılarken, evlerine Ordu bile gelse sofra kurar, misafir ederlerdi. Hepside elleri ve haneleri bereketli, sufraları açık, yüzleri nurlu, takva sahibi, abdestli namazlı mübarek kadınlardı.  

Unutulmaz değerleriyle çok renkli bir yerdi Dedik... Hacı Duranın Gağnı Hahverdi Yohuşundan ya da Çamırlı Ayağandan çıkarken gıcırtısı savaş sirenini andırırdı. Topal İzetin Gağnı ise Aşşağ Bağlardan, Sel Kesiğinden, Mühlümden veya Dolamanın Burnundan gelirken gıcılaması tâa Yudan’dan duyulurdu. Kutükcünün Mısdafanın ve Yalmanın Gağnıyı zaten Yozgatta bilmeyen yok. En yüklü salları, en ağır çuvalları Muacir Tayırın Boz Oküzler ya da Hicrettin Durnanın öküzler çekerdi. Tomsunun Nadir’in, Havlinin Sülüman’ın, Çopur İbraham’ın, Golsuz’un, Hamızaka’lin ve Dedehocanın Ziya’nın atları çevrenin en gözde koşu hayvanlarıydı. Mübarekler babayiğit, uysal, güçlü ve görkemliydi. Görenler Maaşallah demeden geçemezdi..

Şimdi türleri melezleşip kayboldu ama eskiden yöremize has, ilginç köpek ırkları vardı. Yadırgıya korku, hane sahibine güven veren, sadık ve zeki ev itleri olurdu. Serder Kânin, Hamıza Kâlin, Kürt Omonun, Çoban Acahın, Adilin Egahın, Dağli Melağen Dursunun, Topal Ziyanın Halilin ve Saidin Omarın itleri yavuzluk ve haşarılıkları yanında hissiyatlarıyla da çok ilgi çekerdi. Dedikliler ve Dediğe gidenler bu hayvanlardan çok çekinsede cinsinden alıp büyütebilmek için uğraşırlardı.

Dünyanın en bilge ve en usta doğum ebeleri ile Florence Nightingale’den sonra en ünlü hemşireleri yine Dedik’teydi. Öteaçedeki Gara Memmedin Kel Elmas, Emirin Satı, Kor Bekirin Gara Şerif, Serderkânin Selvinaz, Çoban Mısdafanın Şemşi, Omarın Ahmedin Guduret, Hot Memmedin Hamdinin Sultan ve Tahayidin Mahbile en ağrısız, sızısız doğumlara imza atarken, hastalıklara karşı streil tedbirleri, anne ve çocuğun beslenmesine yönelik öğütleri ve “Algızı Basması”na yönelik uyarıları çok etkili ve yerindeydi. Bu cennetlik hanımlar, milyonlarca duaya konu birer kanatsız melekti.

Dedik ve çevre köylerinde farklı sağlık sorunları olanlar da emin ellerdeydi. Gözünde it dirseğa çıkan, gızıl yurük olan veya gafasını çititmek isteyenler Gara Hacı’ya gelirlerdi. Gara Hacı önce tavanın altını kızdırır, Gızıl Yurük olanın suratına coss diye basarak, parpılar ve tukürürdü. Hamidin Kâmilin Şevket’de, sancılanan atı-gatırı yularından tutar, Derviş Bânin Mezerinde dolandırır ve iyi ederdi. Yel bağlama işi ise Sohu Memmedindi. İpliği bağlar, okur ve millete derman olurdu. Guduz avsınlayıcıda vardı. Bu iş ise Hoke Memmed’in uzmanlık alanıydı. Kırık-çıkık gibi ortopedik rahatsızlıklara Sınıhçı Muacir Halil bakarken, sarılık olanlar ise dodağını jiletle çitittirip, hacamat ettirmek için Dede Hocanın Müzefer’e gelirlerdi. 

Dedikteki sülaleler, isimlerini kavga, nizah, zenginlik, güç gösterisi gibi ünvanlarla değilde, izzet-ikram, insanlık, hörmet, misafirperverlik ve hanedanlık şanlarıyla namlandırma rekabetindeydiler. Kumükler, Gubalar, Herleciler, Azizler, Gazikâaller, Sülükler, Hasanoğlu Dahımı, Halibâamler, Gıcıhlar, Hasanâğaller, Edeler, Çiviler, Tüysüzler, Hamitler, Irasullar, Hamzakâel, Gafalar, Dalmızrahlar, Gôoğlanlar, Haceliler, Avşarlar, Saraçlar-Hamidoğulları, Sipahiler, Barışlar, Necipkâeler, Ülfet Çavışlar, Fettahlar ve Mulla Seyitler hepside adam gibi adamların yetiştiği birer görgü okulu gibiydi. Helede Mırıhlar, Gurbanoluyum Dahımı ve Kor Seyitler sülaleleri hörmet, görgü, ikram, güleryüz ve misafirperverlikte bir numaraydılar.

Dediklilerin memleket özlemi bambaşkadır. Bir Dedikli hangi makama, hangi mevkiye, hangi zenginliğe yükselirse yükselsin, tatil için ne Marmaris’e, ne Bodrum’a, ne Havai Adalarına, ne de Porto Riko’ya, Karaiblere gider. Onların en güzel tatil yeri kesinlikle Tilki Deliği, Garaman Yeli, Maldaşı, Ramazan Pınarı, Ahlanın İçi, Dara Deresi, Geyik Gayası, Korçe Pınarı, Ganlı Göl, Güzsoo, Arisu, Ada, Dağermen Yolu ve Sekiörendir.

Memba sularının en kıymetlisi yine Dedikteydi. Diz kırıp, yüzünkoyu eğilerek Turudunun Eşmeden, Veyselin Ahmedin Eşmeden, Çivilerin Eşmeden ya da Buğül Buğül eşmeden bir su içseniz, kesinlikle abu hayat bu derdiniz. Yurt içinde ve yurt dışında yaşayan tüm Dedikliler, yüreklerini soğutacak, aroması ve rayihasıyla özlemini törpüleyecek en güzel suyu ancak Katibin Ekufun pınarlardan, Vasibin Pınardan, Irasulun Pınardan, Maldaşında Kezilinin Pınardan, Delasanın İsmayilin Pınardan, Çöllonun Pınardan veya 2 lülesi birden patılayı patılayı akan Gayalı Oluhdan içebileceklerini iyi bilirler..

Cennet Mekan Katibin Ekuf, içen rahmet okusun diye her yere kendi emeğiyle çeşme, eşme yapan yüreği altın, çok hayırsever ve evliya gönüllü bir değerdi. Baraj altında kalan mezarı yıllar sonra taşınmak için açıldığında hâlâ canlılık işaretlerine, kan izlerine rastlanıldığı rivayet ediliyor. Bu Mübarek insan niyeti ve akıbetiyle hep hayırla anılıyor.

            Sanayi toplumlarının ortak kaderidir. Fabrikalar, tesisler, barajlar, şantiyeler ve bir çok sistemli yapı; insanların emeğini bir anda silip süpürürken, taş ve su yığını haline getirebiliyor. İşte Gelingüllü Barajı da öyle bir şey. Ülkemiz ekonomisine ne kadar faydası olduysa, doğal güzelliklerimizi yok ederken bizlerede bir o kadar zararı dokundu. Alcı Köyü’nün en güzel mekanı Eğriöz bostanlıklarını imha ettiği yetmiyormuş gibi, Yozgatımızın en güzel köyü Esenli’yide yutarak kaybetti. Daş armutları, gül üzümleri, efsane bağları, kelek-bosdan-şemşamer tarlaları, pahla, mısır, domates, soğan, biber ekili burcu burcu kokan karıkları, edalı edalı akan Ariz’i ve cenneti andıran çiçekli çevlikleri Bozok yaylasından bir anda sildi attı.. Üstünde üveyik, alopal, saksağan, garacula, tahtadelen, gôo garga ve türlü türlü ispinoz kuşlarının yuva yaptığı devasa kavaklar, söğütler, rayihasını hiçbir yerde tadamadığım meyveler, çeşit çeşit yemişleri olan güvem, kuş burnu, cehri, yemşen gibi üzerinden koyun yünü topladığımız çalı grubu ağaçlar hayallerimiz kadar uzaklaştı. Elbetteki barajlar, şantiyeler kurulmalı, ülke menfaatleri her şeyin üstündedir ama, içinde çocukluğumuzun saklı olduğu hatıralarımız korlu yüreklerimizden nasıl silinecek.

Esenliler çarşı-pazar için Yozgat’tan ziyade daha çok Sorgun’a giderlerdi. Bütün arabaları bizim Alcı’dan geçerdi. Biz Köhne’ye giderken Dediğin vesaitleri gelecek diye beklerdik. Her moda, her yenilik önce Esenli’ye sonra sırasıyla diğer köylere ulaşırdı. İnsanları şık, davranışları modern, üslupları kibar ve yaşamları Avrupai tarzdaydı. Biz onların bostanlıklarından her seferinde kavun, kelek, üzüm, mısır, domates, biber vs. aşırsak ta onlar hiçbir köyün bağına-bostanına asla tenezzül etmezdi. Mülkiyet haklarına sadık, görgülü ve saygılıydılar. Diktikleri ağaçlar, ektikleri ürünler ve yeşertip güzelleştirdikleri mekanlarla herkese örnek olurken, hepsi adeta birer medeniyet öğretmeni gibiydiler.

Geçtiğimiz günlerde boz bir tepenin yüzüne kurulan Yeni Esenliye yolumuz düştü. Evler, yollar, parklar, modern binalar, bir sürü güzel yapı ve tesisleri var ama maalisef hiç biri eski Esenli’nin ruhunu, muhabbetini ve sıcaklığını yansıtamıyor. İşadamı Bilal ŞAHİN ilçe olacağız diye cezb edici ortamlar, fedakar yatırımlar yapmış fakat, göçlerle düşen nüfus yüzünden bırakın ilçe olmayı, belediyelik unvanları bile ellerinden gitmiş.

Esenli’nin eşsiz kültürü, zengin tarihi, imrenilir gelenek ve görenekleri yaşamalı, yaşatılmalı ve kesinlikle kayıt altına alınmalıdır. Üstün şahsiyetleri, has karakterleri, bilgisi ve asaletleriyle herkes tarafından sevilen Mehmet SARAÇ, İsmail ATAMAN, Kürşat ANTEPLİOĞLU, Abdulkadir ŞAHİN ve Vedat ERDEM gibi değerleri Esenli ve Esenlilileri her yerde yücelterek tanıtıyorlar. Çobanoğlu mahlasıyla Yusuf CEYLAN çok güzel şiirler yazıyor. Muhtar Habip AVŞAR çevrenin en çalışkan ve en misafirperver muhtarı. Efsal ÜNAL’ın başkanlığını yaptığı Esenli Kültür Derneği amacına uygun faaliyetler yapan, çok nitelikli ve omurgalı bir dernek. Ayrıca bilgisi, adaleti, fazileti ve çevresindeki saygınlığı ile Türkiye’nin en ünlü hukukçularından biri olan Yozgatlıların yüz akı, Bursa’daki gururumuz Av.Mihriban ÜNAL Hanımefendide bir Esenlili.   

Esenlililerin yeni köyü, güler yüzleri, erdemli ve eşsiz dostlukları yine yerinde duruyor ama, nedense gönlümüz hep eski Dediği nostaljik güzellikleri arıyor. Ama nerde o devasa görünüşlü selviler, yoncalıklar, çimenlikler, berrak çeşmeler, eşmeler. Nerde Amazon deltasını andıran el emeğiyle dikilmiş ağaçlı çevlikler.... Hüzünlenmemek elde değil. Şehir havalarından zaten bıkmışız. Toprak damlı evleri, naftalin kokan bakkalları, muhabbet yansıtan kahvehaneleri, tamircisi, değirmeni, nalbantı, demircisi vs. dükkanlarıyla hatırladığımız gönlümüzün baş şehri Dedik, şimdi kurak bir dağın başında günümüz modernizmine uygun sıkıcı bir şehir görüntüsü veriyor. Artık bakkallarında eskisi gibi naftalin kokmuyor, sokaklarında hayvan gübreleri yok, dallarında kuş cıvıltıları, yollarında iğde kokuları kalmamış. Çevre köylerden bayramlık elbiselerini giyerek kalın yün minderli eşeklerle gelip, Dedik dükkanlarında gezen süslü adamlara rastlanmıyor. Bahçe duvarlarının üzerinden kabak tefekleri sallanmıyor, bostan-hıyar tefekleri dışarılara kol atmıyor. Kayısı, erik ve armutların sokaklarına döküldüğü, melodiyi andıran tıkırdak sesleriyle öylen sağılmaya gelen koyun sürüleri, küllüklerinde teşelenen tavuklar, bas bas bağıran culuhlar-bodular-şibiler, oluklarında çimen çocuklar, patılayarak akan pınarlar, dam evlerin siyeçlerinde kur yapan güvercinler, tozmasın diye ıslatılarak süpürülen, toprak kokan tukenler, bakkalar, kahveler, biri gelip, biri giden kağnılar, at arabaları artık yok. Aynen batan bir güneşi andırıyor. Zaten Alcıyla arası da kilometrelerce uzaklaşmış.

Hey gidi Esenlim hey… Senin cennet mazini şimdi çocuklarıma anlatıyorum da, inanamıyorlar. Altın yılların, neşeli, hoş sohbet, misafirperver, vefalı, onurlu ve delikanlı insanların, ruhumuza nakşettiğin hatıraların ve daldığımız bostanlarınla her zaman başımızda taç olarak kalacaksın. Mekanları Cennetin baş köşesi olması temennilerimle ebediyete intikal eden tüm geçmişlerine Allah’tan rahmet, yaşayan birbirinden kıymetli değerlerine refah, huzur ve uzun ömürler diliyorum. Çocukluğumuzun en çılgın heyecanı, gençliğimizin güzelliği, ruhumuzun neşesi, hatıralarımızın süsü, hem Yozgat’ın, hem gönlümüzün incisiydin sen…