HASAN ALBAYRAK
Gaziantep Türk Müziği Devlet Konservatuarı

Yılların hevesi ile bir gün mutlaka olacağına inandığım üniversite hayalime, Gaziantep Üniversitesi Türk Müziği Devlet Konservatuarında başladım. Atalarımın yaşantısı beni her zaman etkilemiş olacak ki, bilimsel olarak, yaşanmışlıkları incelemek, konuşmak öğrenmek benim için bulunmaz bir nimetti. Öğrencilik döneminde halk arasındaki tabir ile toyluğum geçtikten sonra, aklımda, fikirlerimde, projelerimde büyük gurur duyduğum ve göğsümün her daim kabarmasına vesile olan Türk insanlarından feyz alarak ben neler yapabilirim bu ülkeme, geçmişe borcumu nasıl öder, gelecek kuşaklara neler aktarabilirim? bunun cevabını aradım.
Özel işlerim nedeniyle Yozgat'ın Şefaatli ilçesine gittim. Uzun bir süre kaldıktan sonra kafamda tasarladığım, heyecan duyduğum alan araştırmasını yapmaya karar verdim. Hazırlıksızdım, acemiydim bunu bilerek tamamıyla yüreğimde ki heyecan ve şevkle bir yerden başlamak gerektiğine inanmıştım. Hazırlık yapma aşamasında sadece bir elimde not alabileceğim defterim bir tarafta kalemim vardı. Çünkü ben hazırdım, ailemin bana verdiği  bayrak ve memleket sevgisini, Allah inancını en tabii yer olan kalbimin derinliklerinde mevcuttu.
İlk olarak Yozgat'ın Şefaatli ilçesinde yardım alabileceğim birilerini bulmam gerekiyordu. Günden güne araştırma büyüyor, her kapının arkasında bir kapı açılıyordu.
Şefaatli ilçesinin Kuzayca kasabasına doğru yol almaya başladım. O güzel şirin samimiyetin hiç bitmediği kasabada biraz kaldıktan sonra derdime derman olabilecek bir ev tespit ettik ve çalışmamız tam anlamıyla başlamıştı.
1930 doğumlu Yakup Atik amcayla derin bir sohbete daldık ve anlatmaya başladı.
Her yaşı büyük insan gibi onlarda , hayatın şimdi tadı olmadığını, samimiyet,eş dost akrabanın bir çok yaşantısının, törelerinin daha içtenlikle olduğunu dert yanarcasına anlatmaya başladı. “O zamanlar televizyon , radyo çok bulunmadığından haberleri geç öğrenir kulaktan kulağa anlatılırdı. Hiç birimiz ekonomiyi konuşmaz, tarlamızda bahçemizde uğraşır, duvar kenarlarında koyu sohbetlere girerdik. Eğer aramızda bir kişi eksik ise acaba sıkıntısı mı var düşüncesiyle evine gider sohbetimize orda devam ederdik. Şimdiki gibi düğünlerimizi, hasat mevsiminde sonra olurdu ki yavrularımızın yuvasını en iyi şekilde kurabilmeliydik. En güzel olanı ise sevincimizi, üzüntümüzü cenazemizi, düğünümüzü hep beraberce kalabalık yaşar, maddi manevi birlikte hareket ederdik.” Hiç şüphesiz hayatımın en güzel, en mutlu olduğu yer vazgeçilmezim düğünlerdir.
Düğün dememle sanki beni beklercesine anlatmaya başlar. “dört gün sürer ve çok eğlenceli geçerdi. Yemekler yapılır, içilir yenilirdi. Şimdiki düğünlere bakıyoruz kıymalı pide, hazır yemek veriliyor. O zaman hanımlarımız kızlarımız 1-2 hafta önceden hazırlığa başlar ve 4-5 çeşit yaparlardı. Davulumuz zurnamız 4 gün boyunca hiç susmaz, Cemo, Yozgat yolu, Kıyılı, Temurağa, Köprüden geçti gelin, Yeşil ayna, Avşar halayı gibi türküler eşliğinde halaylar çekilirdi. Düğün boyunca sabah kadar oynanır, eve yatılmaya gidilir ve sabah en geç dokuz da düğün yerine tekrar gelinir ve eğlenmeye devam edilirdi” ve devam eder mizah bir yapıyla “şimdiki düğünlere bakıyoruz, bir tane alet var her sesi çıkartıyor onunla oynuyorlar. ( org'dan bahsediyor) Şimdiki kızların sadece makineyi çeviriyorlar ( bellerini kıvırarak) başka bir şey yapmıyorlar.  Geçmişteki düğünlerin hiç biri yok. O zamanın halayları çekilmiyor, oyunları oynanmıyor.
Evet maalesef çok haklılar artık o kültürümüz yok oluyor daha doğrusu can çekişiyor. Şimdi salonlar 2 saatlik hiçbir eziyet çekmeden düğün yapılabiliyor. Müzikler deseniz tamamen bizim kültürümüzle ters, belden aşağı   sözlerin hiçbir anlamı olmayan saçma sapan işler.  Ankara oyun havası deniyor ama alakası yoktur, araba beş evde onbeş güftesi hiçbir Türk topluma ait olması mümkün değildir. Ezgiler Orta Anadolu'ya aittir. Fakat  güfteler asla bizimle bağdaşmamaktadır. Ve devam ediyor '”yavrum, ben hiç anlamadım şimdiki gençliği, hep ver de yiyelim diyorlar. Üretmiyorlar sadece tüketiyorlar başka hiçbir halta da yaramıyorlar. Eskiden gelirimiz çok değildi ama çok iyi geçiniyor hatta birikimde yapabiliyorduk. Analarımız hanımlarımız, bacılarımız ekmeğini, peynirimizi kendimiz yapar tüketirdik. Tavuklarımızın yumurtasından yararlanırdık, ısınmya hiç para vermezdik, tezekle sobamızı yakardık. Şimdi öyle değil yavrum, köylünün altında arabası var, şehre gidip pazarını yapıyor, Manavına gidip sebzesini alıyor, markete gidip yumurtasını alıyor. Kazancımız aynı ama, şimdi masrafımız çok. Bizim torunlar ketçap mı neymiş onsuz yemek yemiyor. Gelin deseniz bahçeye uğramıyor, marul maydonpoz dometesi şehre sipariş veriyor. Böyle olunca da para yetmiyor tabi ki
Yazın günü ekmek yapılır, bir kış boyu yerdik. Şimdi öyle değil işte her gün bakkala gidip ekmek alıyoruz.” Başka soru sormaya cesaretim kalmamıştı. Çünkü bunların arasında bende vardım, genç arkadaşlarımız vardı ve en öz açıklaması  yaşamımızı değiştiren,töremizden koparan birileri  var olduğu kesindir. Ve devam ediyor “ şu anda her şey sahte, gerçek olan hiçbir şey yok, ar kalktı adı sosyete oldu, televizyon her şeyimizi aldı ve gitti. Çocuklarımızı artık anne baba değil televizyon yetiştirmeye başladı. Kadınlar giyinmeden çıkıyor, baldır bacak meydandadır, İzdivaç adı altında avrat pazarları kurulmuştur.” Diyebileceğim tek bir  kelime  kalmıştı bana  o da  MAALESEF!!!

FETTAH AVCI  1927-1996
Yozgat ili çevresinde bilinen ünlü bir mahalli sanatçısıdır. Merhum Fettan Avcının  Yozgat ve çevre illerde, ilçelerde düğünlere gider geçimini sağlardı. Kendinin eserlerinin olduğu söylenir, fakat günümüzde, ne kaseti,ne plak nede ses kaydı vardır. Oğlu Salim Avcı ile görüştüğümüzde  bunları söylemiştir. Tam emin olmamakla birlikte “FETTAH” isimli bir eserinin olduğunu söylemektedir. Şuanda Neşet ve Kamil Abaloğlu'nun seslendirdiği bir türküdür. Şu anda hale yaşamını sürdüren, Kamil Abaloğlu Salim avcıya bu eser babanındır dediği Salim Avcı tarafından dile getirilmiştir. Fettah Avıcın oğlu ve torunu halen Yozgat  çevresinde düğünlere gider geçimini buradan sağlarlardı. Salim Avcı aynı zamanda E tipi kapalı cezaevinde ve halk eğitim merkezinde bağlama kursu vermektedir. Eğitimi ise notalı bir sisteme dayalıdır. Aynı zamanda 'grup avcı' adında özel bir dershanesi mevcut olup, solfej ve bağlama kursu vermektedir. Yine acı tablo önümüze çıkar ve düğünlerde artık mecburen geçimimizi sağlamak için sevilmemiz için gündeme ayak uyduruyoruz demesi, insanlar doğal olarak kültürden çok, yaşamaya geçinmeye önem vermiştir, burada sayın Salim Avcıyı haksız bulmamız cahilliğimizin bir sonucudur.
 “Yöremize ait has oyunları söylediğimizde beğeni toplamamaktadır maalesef, bizlerde mecburen geçip derdimiz olduğundan dolayı gündemdeki isteklere ayak uyduruyoruz. Benim yaşımın ileri düzeyde olması kulağımın yeni nesile hitap etmediği için genellikle oğlum gitmektedir düğünlere.” Sözü bize verir, ve yorum yapmadan sizlerin taktirine bırakıyor, rahmetli Fettah hocamızın gönül bağından sizlere sesleniyoruz.

Kalbimde sızlayan aşk yarasına
Elinde bir defa sar bana yeter
Bir nazar muskası yazdım sevdiğim
Gerdanlığına takın gez bana yeter

Her gördüğüm anda bir nazarım var
Açtım dert dükkanımı gel pazarıma
Ölürsem ayda bir gel mezarıma
Başıma bir çiçek koy o bana yeter
Başımda azıcık dur bana yeter

Bunca aşık muradına erdimi
Mutlu olup hayatına doydumu
Bu fethanın tükenmeyen derdini
Geriden geriye sor bana yeter

BAHRİ YALÇINKAYA 1956-
Yozgat Şefaatli Hamzalı köyü, toprak mahsuller ofisinden emekli bir memur. Geçmişte sazı elinden hiç düşmez yazar, söyler kalpten kalbe giden yolun kaptanıdır. Bir zaman sonra abdal diye aşağılandığından dolayı bu işi bırakmıştır. Yıllar önce annesi vefaatı üzerine yazdığı uzun hava ile sohbetimize başlıyoruz.  “Babam ve annemin akrabalarından bu saz-söz işini anlayan kişiler vardı. Babam ağırlama çeker aynı zamanda söylerdi. O zamanlar Nuri Sesigüzel, Nurettin Dadaloğlu, Ali Ercan ve Yıldıray Çınar gibi isimleri dinler, bağlama çalmaya çok heves ederdim. Ancak maddi durumum bağlama satın almaya elvermezdi. Daha sonra İstanbul'a çalışmaya gittim ve kötü yatı bir saz aldım kendime” İlk okul mezunu olan Bahri ozan 1973 yılında annesini göğüs kanserinden kaybeder ve bunun üzerine içten dokunaklı bir ezgi ile türkü yakmıştır.
Hayatta kendini soyutlasa da dertten, üzüntüden perişan olsa da ölüm hayatın bir gerçeğiydi. 1976'da askerden gelen Bahri ozan Toprak Mahsuller Ofisinde memur olarak göreve başlar. Aynı şekilde teyzesi de kanserden dolayı bu hayatı bırakmıştır. Saz çalmaya, söylemeye artık iyice kendini vermiştir. Çevresindeki insanların kendisine apdal diye tabir edildiğini anımsayınca bunun üzerine saz çalmaktan ve söylemekten soğumuştur. Daha sonraları çalmak istese de hevesi bir kere kırılmış ve tamamıyla bırakmıştır Bahri ozan.  İstemeyerekte olsa ricam üzerine beni kırmayıp birkaç tellere vuruyor. 'Yozgat', 'Canım Annem' ve köyüne yazdığı eserleri sözleri bizimle paylaşıyor. Ezginin zor olduğunu o konuda yetenekli olmadığını ancak sözler konusunda iyi olduğunu mütevazı sözlerle açıklıyor.
Askerlik yıllarında da yine söyler çalar ve ağlatırmış Bahri ozan, Çavuşu Garip ismini verip daha sonra sürekli bu hitapla çağırdığını söyler. Bu arada İstanbul'dan aldığını sazını da arkadaşına bir haftalığına verir ve bir daha o saz gelmez. Adanalı on başı kendisine 150 liraya bir saz verir, askerlik yaptığı yerde, bir Kırşehirli Ali Mendil vardır, onunla birlikte çalar söylerlerdi. Daha sonra İstanbul'dan bir çok ünlü isim İstanbul'a davet eder fakat ebesi 'Bahri yumuşak mı olacak' diye göndermez.
Şimdi ise Yozgat'ın Şefaatli ilçesinde hayatı sürdürmektedir.
Vardım Hamzalıya güller kokmadı
Mezarına gittim anam kalkmadı
Küstümüde hiç yüzüme bakmadı
Ak göğsü kesilmiş yaralı anam

Soğuktur Hamzalının suyu içilmez
Analar tatlı olur ondan geçilmez
Çok derdi var, dertlilerden seçilmez
Yavrum diye diye can veren anam

Çıktım yücelerden seyir eyledim
Efkara geldim biraz ağladım
Anasızlığa ben gahır eyledim
Ak göğsü kesilmiş yaralı anam

Yoksulluk beni attı gurbet ellere
Zalım kansere yokmuydu çare
Ölmeden görseydim seni bir kere
Yavrum diye diye canveren anam

Olur mu Allahım böyle olur mu
Anasız dünyada yavru kalır mı
Anasız dünyanın tadı olur mu
Ben sana doymadım yaralı anam

Daha çok söylerdim dertliler ağlar
Soldu gönlümdeki bahçeler bağlar
Bir yavru gördüm anasını arar
Ana ana diye ağlama Bahri…
_______________________________

Ben Yozgat'ta bir kız gördüm
Sanki gökte yıldız gördüm
Bir kez baktım gözlere
Gökten melek indi sandım

Çamlığa döndü yönünü
Gözleri mest etti beni
Sayamadım benleri
O Leyla ben mecnun oldum

Kız kapında köle olam
Bırak kollarında ölem
Aşkın odunuyla yanam
O aslı ben kerem oldum

Yaktı Bahriyi özürden
Deli oldum senin yüzünden
Ahtımı aldım sazımdan
O Şirin ben Ferhat oldum
Editör: TE Bilişim